Dün akşam Atatürk Havalimanı’na düzenlenen saldırı haberini aldığımda arkadaşlarımlaydım. Bütün masa telefonlarımıza gömüldük. Yarım saat sonra ortamdaki birkaç masa da bizimle aynı haldeydi. Endişeli bakışlar, telefonlara eğilmiş kafalar, yer yer küfürler ve suçlamalar...
Bazılarının da henüz haberi yoktu; onlar için hayat, bir salı gecesi ne kadar sıradan olabilirse o kadar normal devam ediyordu. Oysa sosyal medyada haberler ışık hızıyla yayılmış, Facebook’ta dakikaya 28 “Güvendeyim” mesajı düşmeye başlamış, bizler de iç şişmesinden anlamsızca böğürecek duruma gelmiştik.
23:00 sularında bizim masadaki telefonlardan birine bir mesaj geldi. Patron, bütçe teklifi hazırlanmasını istiyordu. Hemen cevap gelmeyince de bunun hoş olmadığını söyleyen ikinci bir mesaj attı. “Haberi yok mu acaba?” diye düşünürken, yanıt gecikmedi. Bizim masaya haberi veren kişiymiş. Aslında bu haberi vermesinin nedeni de iki gün sonra yurt dışına çıkacak olması ve patlama nedeniyle planların değişebileceğini bildirmek istemesiymiş.
Gamsızlığa bak arkadaş!
Neresinden tutsam elimde kalıyor. Kimseden aşırı duyarlılık beklemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Travmayla başa çıkmanın farklı farklı yöntemleri var. Bazısı öfkesini ve üzüntüsünü şikayet ederek, birilerini suçlayarak sindirmeye çalışır, bazısı da böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi davranır. Doğrudur, madem ölmedik, yaralanmadık, yakınlarımızın başına bir şey gelmedi; hayat en azından bizim için devam etmektedir. Bu kadarını anlayabilirim, gerçekten.
Ama bununla birlikte, anlayış da beklerim. Neredeyse her ay yeni bir patlama, hemen hemen her gün şehit haberi duyan ve her seferinde midesi düğümlenen; terörle yaşamaya o kadar da alışmamış kişilerin hayatı, en azından bir geceliğine durabilmeli. Ölenler ve yaralananlar, onları tanımayan bazı kişiler için de önemli olabilmeli. Birileri olan biten karşısında delirebilmeli ve göğsünü parçalarcasına bağırabilmeli. Kendilerinin ve sevdiklerinin geleceği için endişelenmek herkesin hakkı ve insanlar gece yarısı iş düşünmeden bu hakkı kullanabilmeli.
Bugün hepimiz yine işimizin başındayız. Minibüs şoförü hala aracını kullanıyor. Bakkallar, çiçekçiler ve döviz büroları açık. Sabah simitçiyle birbirimize ağladık biraz. Ofiste hava ağır ama ara sıra gülünecek şeyler de konuşuluyor. Hayattayız. İyi değiliz, güvende değiliz ama hayattayız. Belki birkaç saatliğine hayatı durabilen şanslı azınlığız biz, hiç normal olmayan bir şeyi günlük hayatın bir parçası olarak kabul etmeyebiliyoruz. Birileri bizi makine sanıyor olabilir ama biz hala üzülebiliyoruz. Ve çok korkuyoruz. Çünkü bu hayat bize normal gelmeye başladığı zaman tükeneceğiz.