Çanakkale Hakkında
Genel Bilgiler

GENEL BİLGİLER

Yüzölçümü: 9.737 km²

Nüfus: 464.975 (2000)

İl Trafik No: 17

Kıyılarıyla Avrupa ve Asya'yı birleştiren Marmara ve Ege Denizini birbirini bağlayan Çanakkale savaşlarının en kanlı muharebelerinin cereyan ettiği, çok sayıda şehitlik, anıt ve mezarlıkların bulunduğu Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, Troya, Assos gibi eski uygarlık merkezlerinin beşiği olan il iç ve dış turizmde önemli bir yer almaktadır.

İLÇELER
 

AYVACIK İLÇESİ : 1330-1335 tarihleri arasında 15-20 haneli Kızılcatuğlu adlı küçük bir köy olduğu bilinen bu şirin ilçemizin kesin olarak hangi tarihte kurulduğu bilinmemektedir. Yöre,antik Assos ve Chryse kalıntıları ile ünlüdür.Ancak,genişlemesi ile ilgili olarak anlatılan hikaye ilginçtir.Aslen Tiflis’li olan Ümmühan Hanım,bugünkü Ayvacık ilçesine yakın bir yerde han işletmektedir.1514 Çaldıran Seferi nedeniyle yöreden orduya katılan askerlerde Ümmühan Hanım’ın hanında dinlenmektedir.Ümmühan Hanım bu askerlerden birisini savaşta ölen kocasına benzeterek onunla evlenir ve Ayvacık’a gelir.Daha sonra civarda bulunan diğer köyleri de dolaşarak köylülerin Ayvacık’a yerleşmelerini ve bu sebeple beldenin gelişmesini temin eder.Bugün bu şirin ilçemiz sınırları içerisinde bulunan ,Türk-İslam mimarisi özelliklerini en iyi bir şekilde yansıtan eserler şunlardır: Hüdavendigar Camii ve Ümmühan Hatun Camii’dir.İl merkezine 75 km. mesafededir.

BAYRAMİÇ İLÇESİ : Bayramiç ve yöresinin geçmiş çağlarda Troia Krallığı’nın sınırları içerisinde olduğu bilinmektedir.İlçe merkezinin bu dönemlerine ilişkin bilgiler,bugün ilçe sınırları içinde kalan bazı eski yerleşim merkezlerinden elde edilmektedir.Bunların en önemlileri arasında Troas bölgesinde,bugünkü Kurşuntepe yakınlarında ve Skamandros (Eski Menderes) Çayı Vadisindeki eski bir Aiolya yerleşim yeri olanSkepsis (Evciler) ve Akpınar, Çaldağ Köyü’nde bulunan Kiemalılar’ın kurduğu bir koloni olan Kebren (Akpınar) bulunmaktadır.İlçede Osmanlı dönemi yapıları arasında Tepe Camii,Taşköprü Camii, Hadımoğlu Konağı ve Taş Köprü sayılabilir.İl merkezine 67 km. mesafededir.

BİGA İLÇESİ : Biga M.Ö. 334 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından krallığına katılmış,Daha sonra uzun yıllar Bizanslıların yönetiminde kalmıştır.12.yüzyılda Pigas (Kaynaklar) adıyla bilinen ilçe,eski Pegae’nin yerine kurulmuştur.Gümüşçay Bucağı,Kocabaş Çayı kıyısında kurulmuş Adreste,Kemer Köyü yakınındaki Parium (Parion),Karabiga Beldesindeki Priyapos antik kalıntılardır. 1364 tarihinde 1.Murad’ın komutanlarından Lala Şahin Paşa tarafından Osmanlı Devleti’ne bağlanan ilçe,bu tarihten sonra Biga adını almıştır.İl Merkezine 92 km. mesafededir.

BOZCAADA İLÇESİ : Çanakkale Boğazı Ege ağzının 18 deniz mili güneyinde,doğudaki Anakara kütlesinin Kumburnu Mevkiine 3,Geyikli’nin Odunluk İskelesi’ne 5 deniz mili mesafededir.Ege Denizi’nde Ülkemize ait iki adadan biridir. Eski adı Tenedos olan ilçe,Homeros’un İlyada Destanı’nda bahsedilmektedir.M.Ö.6.yüzyıldan Roma Dönemi’ne dek kullanılan mezarlıkta toprak heykelcikler,çanak-çömlekler bulunmuştur.Venedikliler zamanında yapılan ve sonraları bir çok kez onarılan Bozcaada Kalesi,1842 yılında limandan 1,5 km. içeride yapılan ikinci (Yeni Kale) ve 1657 yılı yapımı Köprülü Mehmet Paşa Camii ilçenin diğer eserleridir.Bozcaada ekonomisinin temeli iklimin özelliği sebebiyle bağcılık ve şarapçılık üzerinedir.İlçede Balıkçılık ve Turizm önemli bir yer gelir kaynağıdır.

ÇAN İLÇESİ : İlçenin kuruluş tarihi kesin olarak saptanamamıştır.Bugünkü ilçe sınırları içinde bulunan bazı antik yerleşim merkezleri ilçenin antik çağına ilişkin ipuçları vermektedir. Roma Dönemi’nde Çan yöresi,Sergis olarak adlandırılıyordu.Çan 14.yüzyılın ortalarında Osmanlı topraklarına katıldı.Bu dönemde Çan Pazarı diye adlandırılan yöre,Biga Sancağı’na bağlıydı.İlçe kaplıcaları ile ünlü olup,Türk sanayi ürünlerinin en önemlilerinden birisi olan Çanakkale Seramikleri’nin yapım yeri olarak adını duyurmuştur.İl merkezine 75 km. mesafededir.

ECEABAT İLÇESİ : Antik dönemlerde Maydos (Madikus) adıyla bilinen Eceabat,anıtsal Osmanlı kaleleriyle ünlüdür.Sestos Kalesi,Bigalı Kalesi,Kilitbahir Kalesi,Seddülbahir Kalesi ilçede bulunan kalelerdir.Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ve savaş anıtları bu ilçemizin sınırları içerisinde kalmaktadır.

EZİNE İLÇESİ : Antik Çağ’da Neandria olarak bilinen Ezine,Hamaksitos’un kuzeyinde, Çığrı Dağ yöresinde,Alexandria Troas’ın (Eski İstanbul) doğusunda ,bir Aiolya yerleşim merkezidir.Kent,M.Ö.5.yüzyılın sonuna doğru az vergi ödeyerek Attika Delos Deniz Birliği’ne katıldı.M.Ö.339’da Spartalı komutan Derkilidas’a teslim oldu.M.Ö.4.yüzyılın sonunda Alexandria Troas ile birleşti.Eski Saminyon Ovası’nda kurulan Ezine,Charles Texier’in Küçük Asya adlı yapıtında “Ezne-Enay” olarak adlandırılmaktadır.Ezine’nin güneyinde Sankrea siperi olarak bilinen yöre,Bizans İmparatorlarınca siyasi suçluların tutuklama yeri olarak kullanıldı.Orhan Gazi döneminde,Türk boylarının bölgeye gelişlerinden sonra Ezine Osmanlı topraklarına katıldı.İl merkezine 50 km. uzaklıkta olan ilçe peyniri ile ünlüdür.

GELİBOLU İLÇESİ : İyi ve güzel şehir anlamına gelen Gallipolis adıyla anılan Gelibolu’nun tarihte ilk kez Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö.12.yüzyılda parçalanmasından sonra,Frigler ve onları izleyen Lidyalılar’ın araya geçişleri sırasında önem kazandığı görülmektedir.Sırasıyla Persler’in, Spartalılar’ın, Makedonyalılar’ın, Bergamalılar’ın, Romalılar’ın,Hun İmparatorluğu’nun,Bizanslar’ın yönetiminde kalan Gelibolu,1354 yılında Gazi Süleyman Paşa tarafından fethedildi.1366 yılında yeniden Bizans’ın eline geçen Gelibolu,Osmanlı Padişahı 1.Murad tarafından 1367 yılında ikinci kez Osmanlı topraklarına katıldı.Antik dönemde inşa edilen ve 1.Justiniaus tarafından onarılan gelibolu Kalesi,1.Murad
döneminde yapılan Ulu Camii (Hüdavendigar Camii),konusunda en görkemlisi kabul edilen Azebler Namazgahı,2.Muraddöneminden Yazıcıoğlu Camii ve Sofca Halil Paşa Mescidi, Ahmet Bican,Sarıca Paşa,Yazıcıoğlu Türbeleri,Kasaboğlu Ali Bey ve Sarıca Paşa Hamamı, Bolayır Gazi Süleyman Paşa Camii ve Türbesi,Bayraklı Dede Türbesi,Namık Kemal’in Mezarı ilçenin belli başlı tarihi eserleridir.

GÖKÇEADA İLÇESİ : İlçenin Antik Çağ’a ilişkin tarihi konusunda pek fazla bilgi yoktur.Adanın en eski yerleşiklerinin Plasglarelar olduğu bilinmektedir.Eski ismi İmroz olan adayı Miltiades M.Ö.500’de Atina’ya bağladı Roma egemenliği altına girinceye kadar Atina yönetiminde kaldı.1455’te Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılan Gökçeada,1922-1923 yılları arasında Yunan işgalinde kaldı.1923 yılında Lozan Antlaşması’na göre 22 Eylül 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlandı. Gökçeada (Kuzulimanı) Çanakkale’den 32 mil,Gelibolu Yarımadasındaki Kabatepe Limanı’na 14 mil uzaklıktadır.Adaya Kabatepe Limanından ve Çanakkale merkezden her gün feribot seferleri yapılmaktadır.

LAPSEKİ İLÇESİ : Çanakkale Boğazı’ndaki 4 önemli yerleşim merkezinden biri olan Lapseki’nin eski adı Lampsakos’dur.Lampsakos’u Hellespontus’un doğusunda Troas Bölgesi’nde,Foçalıların kurduğu sanılmaktadır.Birçok uygarlığın yerleşim yeri olan ilçe 1356 yılında Gazi Süleyman Paşa tarafından fethedilinceye kadar Bizanslıların hakimiyetinde kalmıştır.Türklerin Avrupa yakasına ilk çıkış yeri olan Çardak Beldesi bu ilçemizin sınırları içindedir.Meyvecilik ilçede gelişmiş olup,İl merkezine 35 km. mesafededir.

YENİCE İLÇESİ : 19.yüzyılın başlarında bir köy olarak kurulduğu bilinen ilçenin ilk yerleşenlerinin Kınık Türkleri’nin Kızıl Keçili Boyu’ndan geldikleri sanılmaktadır.1936’ya dek Balıkesir İlinin Gönen ilçesine bağlı bir köy olan Yenice,bu tarihten sonra ilçe olarak Çanakkale’ye bağlanmıştır.Çanakkale’ye 100km.uzaklıkta olan ilçede Av turizmi önemli yer tutmaktadır.
ÇANAKKALE

Eski çağlarda adı Hellespontos ve Dardanel olarak anılan boğazın iki yakasında topraklara sahip olan Çanakkale tarihinin ilk devirlerinde başlayarak sürekli iskan edilmiştir. İlk şehir medeniyeti MÖ 3000'de Troya'da kurulmuş 2500'e kadar devam etmiştir. Daha sonra Lidye, Pers, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Osmanlı hakimiyetine girmiştir

ÇANAKKALE:Coğrafya

 

                        Çanakkale, Türkiye'nin kuzeybatı yönüne düşen Balkan Yarımadası'nın Doğu Trakya topraklarına bir kıstakla bağlanmış, Gelibolu Yarımadası ile Anadolu'nun uzantısı olan Biga Yarımadası üzerinde toprakları bulunan bir ilimizdir. Kent doğu ve güneydoğu yönünde Balıkesir ili, batıda Ege denizi, kuzeyde Tekirdağ İli ile Marmara denizi tarafından çevrelenmiştir.

 

Maniler

Maniler, yoğun olarak Hıdrellez de kullanılır.Hıdrellez dışında kına gecelerinde de kadınlar arasında söylenilen türkülerin çoğu da mani bağlantılı türkülerdir.

Kara, kara kazanlar Mendilimin ucuna
Kara yazı yazanlar Şeker bağladım şeker
Cennet yüzü görmesin Bizim günahımızı
Aramızı bozanlar Annenle baban çeker

& &

Kara kuzu ak kuzu Gelibolu'ya girerken
Kuzuyla verin tuzu Sağ tarafta karakol
Mala tamah etmeyin Öp babamın elini
Sevdiğine verin kızı Babamın damadı ol

& &

Gemi gelir açıktan Tülbentimin yarısı

Balık yenmez kılçıktan Şu başımın ağrısı

Babakale gençleri Elle yarim başımı

Evlenemez açlıktan Belki geçer ağrısı

& &

Atım atım kır atım Gemi gelir yanaşır

Geliyor adım adım İçi dolu çamaşır

Gündüz gelme gece gel Bu Behramlı kızları

Çıkmasın benim adım Koca diye ağlaşır

& &

Ayakkabım çözüldü Bahçelerde patlıcan

Bağla sevgilim bağla Ben askere yazılcam

Yarın ayrılık günü Ben askerden gelince

Ağla sevgilim ağla Orta boylu kız alcam

& &

Çayır damı alçacık Tarladan gel tarladan

Buğdaylar sarı kılçık Altınları parlatan

Al bohçayı kaçalım Bir top çiçek değil mi

Ayvacık yolu açık Oğlanları aldatan

& &

Kolumdaki saate Asmadan üzüm aldım

Nacar diyorlar Nacar Sapını uzun aldım

Ben o yare gidersem Gel yarim konuşalım

Açmayan güller açar Annemden izin aldım

& &

Kulağımda küpeler Denizin kenarından

Elmas değil parlamaz Bir teneke kum aldım

Ver anne sevdiğime Aşk olsun arkadaşım

Kendi düşen ağlamaz Ben bıraktım sen aldın

& &

Karanfilim üç çatal Çeşmenin yalağına

Üçü de ayrı açar Sabun koydum aldın mı

Kara gözlü yarimi Sen o kıza bakarken

Mavi gömlekler açar Benden izin aldın mı

& &

Pamuk topluyoz pamuk Beyaz giyme tanırlar

Daldan mı yapraktan mı Seni yolcu sanırlar

Yarim bizim ayrılık Zaten bende talih yok

Kuldan mı Allah’tan mı Seni benden alırlar

& &

Boynumdaki altının Irafta portakalsın

Kıyıları sırmalı Lafımız burada kalsın

Mert olan delikanlı Söyle Mehmet babana

Sevdiğini almalı Bir okka helva alsın

& &

Entarimin gülleri Dereye indim ancak

Sarı olsun solmasın Elimde yeşil sancak

Sevdiğimin annesi Ne kız oldum ne gelin

Beğenmezse almasın Ateşte yandım ancak

& &

Tülbentimi yıkadım İn dereye dereye

Niye kuruttun anne Derelerin nanesi

Sevdiğime vermezsen Beğenmezse almasın

Ölme de sürün anne Sevdiğimin annesi

& &

Entarisi sarıdan Haydi gidelim yarim

Düğmeleri sıradan Biga’ya sinemaya

Başka sevdiğin varsa Ne zaman geleceğiz

Ben çıkarım aradan İkimiz bir araya

& &

İn dereye dereye Bana mektup yazarsan

Derenin taşlarına Koy kibrit kutusuna

İnsan aşık olur mu Bizim yoldan geçersen

Okul arkadaşına At evin arkasına

& &

Mezarlık arkasında Entarisi al basma

Pembe gül yakasında Alıp duvara asma

Ben yarime acırım Sen benimsin ben senin

Yüz koyun arkasında Her lafa kulak asma

& &

İn dereye dereye Motor geliyor motor

Dere taşlıklarına Tekerleği patlasın

Ben yarimi bıraktım Benim yarim ordaysa

Benden aşıklarına Hemen yere atlasın

& &

Kızın adı Gülfatma Karanfilim kırk budak

Gülün dibinde yatma Kırkına vurdum dayak

Rica ederim yarim Yar aklıma gelince

Bana yolda laf atma Koşarım yalın ayak

& &

Ayna çaktım bayıra Tabakası aynalı

Şavkı vurdu çayıra Şu oğlana varmalı

Bizi kul ayıramaz Oğlan fazla istemem

Meğer Allah ayıra Otuz tane aynalı

& &

Susam yolarım susam Karanfilim budama

Yolsam da yorulmasam Sefa geldin odama

Kara gözlü yarimden Hakikatli yar isen

Ölsem de ayrılmasam Dünür yolla babama

& &

Dağıdır da dağıdır Bağa vardım bademe

Dağı duman dağıdır Kömür gözlüm ayleme

Girsem yarin koynuna Benden sana fayda yok

Belki cennet bağıdır Bana gönül bayleme

& &

Bahçelerde al kabak Parmağımda yüzüğü

Açılır tabak tabak Halka diye takarım

Sen beni beğenmedin Yarimden başkasına

Aldığın mataha bak Dalga diye bakarım

& &

Boynumdaki altını Kibritimi çakayım

Koparır atar mıyım Bir sigara yakayım

Bebek gibi yarim var Gönder yarim resmini

Ellere bakar mıyım Doya doya bakayım

Ramazan Ayında sahur zamanın da Ramazan Manileri olarak adlandırılmış ve davul eşliğinde söylenilen maniler vardır.Ramazan ayının son günlerinde davul çalıp mani söyleyen kişilere bahşiş veriler.Bahşiş genellikle paranın dışında yiyecek maddelerinden oluşmaktadır.(Bu tip manilerden bazıları şunlardır.)

Yeni cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister

Ne uyursun ne uyursun
Bu uykuda ne bulursun
Al aptesi kıl namazı
Cennet alayı bulursun

Keçisin otlatırım
Dövenden hoplatırım
İki gözüm Bekir Ağa
(Sen benim bahşişimi verirsen )
Ben bu davulu patlatırım.

Edirne’nin Camisi
Doksan dokuz penceresi
Çok bekletme Ayşe Teyze
Yandı pilav tenceresi

 

Çanakkale ilinde, Akdeniz ve Karadeniz iklimlerinin geçiş iklim hüküm sürmektedir. Yağışlar genellikle bahar ve kış aylarında olmaktadır. Turizm sezonunda, iklim mutedil olup, deniz suyu sıcaklığı temmuz ve ağustos aylarında maksimum seviyeye çıkmaktadır.

ÇANAKKALE

Eski çağlarda adı Hellespontos ve Dardanel olarak anılan boğazın iki yakasında topraklara sahip olan Çanakkale tarihinin ilk devirlerinde başlayarak sürekli iskan edilmiştir. İlk şehir medeniyeti MÖ 3000'de Troya'da kurulmuş 2500'e kadar devam etmiştir. Daha sonra Lidye, Pers, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Osmanlı hakimiyetine girmiştir.

Yöresel Yemekler
ÇORBALAR
1-OVMAÇ ÇORBASI

 

MALZEMELER: 1 adet küçük boy soğan
2 çorba kaşığı ayçiçeği yağı
1 çay kaşığı biber salçası ya da kırmızı pul biber
1 su bardağı un
½ bardak su
1 tatlı kaşığı tuz
1.5 lt su
HAZIRLANIŞI:
Bir küçük kuru soğan küp halinde kesilir, sıvı yağ katılarak ateşe konulur. Soğan hafif pembeleşince, bir çay kaşığı salça katılır. Biraz karıştırılır. Daha sonra bu harcın üstüne 1,5 litre su eklenip, karıştırılmadan kaynamaya bırakılır.
Diğer taraftan başka bir kap içinde bir su bardağı miktarındaki una, yarım bardak su katılır ve pütürlü parçalar oluşana dek birkaç dakika karıştırılır. Bu esnada un, toz halinden kurtulmuş olur.
Pütürlü parçalar halinde oluşturduğumuz un su karışımı, kaynamakta olan harcın içine azar azar eklenir. Bu ekleme esnasında bir yandan da tencere karıştırılmaya devam edilir. Unun topaklaşması engellenene kadar karıştırılır. Bu süreçte, çorbanın tuzu da eklenir. Yaklaşık 10–15 dakika sonra, pişen çorba ateşten indirilir.
2-DOMATESLİ TARHANA ÇORBASI

 

MALZEMELER: ½ su bardağı zeytinyağı
1 orta boy domates veya 1 yemek kaşığı domates salçası
1 litre su
2 yemek kaşığı tarhana
1 tatlı kaşığı tuz
HAZIRLANIŞI:
Domates rendelenip, zeytinyağı içinde kavruluncaya kadar kısık ateşte pişirilir. (Domatesin bulunmadığı mevsimlerde domates salçası da aynı şekilde kullanılır.) Tencereye salçanın veya domatesin tamamı ile zeytinyağının tamamı konulur ve kavruluncaya kadar karıştırılır. Kavrulan malzemenin üzerine 1 litre soğuk su ilave edilir. Suyun konulmasının akabinde tarhananın tamamı bu eriyiğin içine karıştırılır. Tarhana suyun içinde erinceye kadar karıştırma işine devam edilir. Bu arada kaynamakta olan çorba koyulaşır. Bu esnada tuz da ilave edilir.
3 - İSKORPİT ÇORBASI
Malzemeler: 1 adet iskorpit,
1 adet havuç
1 adet domates
1 çay bardağı un
2 diş sarımsak yarım soğan, yarım limon
3–4 dal maydanoz
3 defne yaprağı,
3–4 dal dereotu
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı toz biber
1 çay kaşığı pul biber
2 çay kaşığı tuz
yarım çay bardağı zeytinyağı
1 lt su
HAZIRLANIŞI :
İskorpit temizlenerek, derisi ve kılçıkları alındıktan sonra suya konulur. Sarımsaklar bütün halinde, soğan ve limon ikişer parçaya bölünerek, defne yaprağı, maydanoz katılarak, 15 dakika süreyle orta ateşte pişirilir. Sürenin sonunda balık süzgeç yardımıyla alınarak, soğumaya bırakılır. Haşlama suyundaki diğer malzemeler süzülerek, posaları atılır. Zeytinyağı bir tencereye konulur kızdığında rendelenmiş havuç, toz biber, karabiber, dereotu, pul biber ve un eklenerek 3–4 dakika süreyle kavrulur. Daha sonra rendelenmiş domates ile birlikte, 1–2 dakika daha pişirilir. Haşlamada kullanılan balık suyundan 2 su bardağı su, malzemelere eklenir. Kaynama başladığında, içine didilmiş balık etleri ve tuz eklenip, birkaç dakika sonra ateşten alınarak servis edilir.
4 - ISPANAK ÇORBASI
Malzemeler: 250 gr ıspanak
yarım yemek kaşığı domates salçası
4 yemek kaşığı un
5 diş sarımsak
yarım çay bardağı sirke
1 adet soğan
1 tatlı kaşığı tuz
yarım çay bardağı ayçiçeği yağı
1,5 lt su
1 su bardağı su
HAZIRLANIŞI:
İnce ince doğranan soğan, salça ve yağla pembeleşinceye kadar kavrulur. İnce doğranan ıspanaklar kavrulmakta olan soğana eklenir ve ıspanaklar yumuşayana kadar kavrulur. 1,5 lt su eklenerek kaynamaya bırakılır. Bir kâsede un, 1 su bardağı su ile çırpılır ve kaynamaya başlayan ıspanağın içine yavaş yavaş yedirilir. Yedirilirken 15 dakika süre ile karıştırılır. Sürenin bitiminde ocaktan indirilir. Sarımsaklar dövüldükten sonra tuz ve sirke ile karıştırılarak, çorbaya katılır. Bir iki kez karıştırıldıktan sonra servis edilir.
ANA YEMEKLER
1-TUMBİ

 

MALZEMELER: ½ su bardağı zeytinyağı
1 su bardağı göce
1 adet orta boy soğan
2 adet patlıcan
2 adet domates
½ bağ maydanoz
1 tatlı kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı pul biber
1 tatlı kaşığı karabiber
2 bardak su
HAZIRLANIŞI:
Yağlanmış olan tavanın içine soğan konularak, pembeleşinceye kadar kızartılır. Pembeleşmiş soğana göce eklenir. Daha sonra bu karışıma küp şeklinde kesilmiş domatesler ilave edilir. Hemen sonrasında kesilmiş olan patlıcanlar tavaya konulur ve bu karışım kavruluncaya kadar ocağın üzerinde bekletilir. Bu arada tuz, pul biber ve kara biber ilave edilir. Kavurma işleminin bitiminde 2 bardak su ilave edilir ve tavanın ağzı bir kapak yardımıyla kapatılır.
Bu karışımın soğumasına izin verilmeden bir tepsi yağlanır ve malzemeler oval olacak şekilde ( avuç içi büyüklüğünde) tepsiye yerleştirilir. Bu şekilde hazırlanan tumbilerin üzerine başka bir kapta çırpılarak hazırlanmış zeytinyağı salça karışımı sürülür ve 100 derecedeki fırına sürülerek pişirilir.
2-ISPANAK SARMASI

 

MALZEMELER: 1 adet orta boy soğan
1 kg ıspanak
½ kg bulgur
1 yemek kaşığı domates salçası
Çeşitli baharatlar (isteğe bağlı olarak)
½ su bardağı zeytinyağı
1 yumurta sarısı
1 su bardağı yoğurt
HAZIRLANIŞI:
¼ su bardağı zeytinyağının içine küp şeklinde kesilmiş bulunan soğan katılarak pembeleşinceye kadar karıştırılır. Pembeleşen soğanın üzerine domates salçası, ıspanak eklenip biraz daha ateşte bekletilir.
Bir başka kapta ise bulgur, tuz ve diğer baharatlar dolma içi gibi hazırlanır. Sonrasında bir tepsinin içine ıspanaklı karışımın yarısı dökülür. Bunun üzerine dolma içi şeklinde hazırlanan bulgurlu karışım konulur. Bulgur karışımın üzerine ise ıspanaklı karışımın kalan diğer yarısı konulur.
Hazırlanan bu karışımın üstüne ise yoğurt, zeytinyağı ve yumurta sarısından çırpılarak elde edilen mayi sürülür ve fırına verilir. Üstü kızardığında fırından çıkartılır ve dilimlenerek servis yapılır.
3-ÇIRPMA

 

MALZEMELER : ½ kg ıspanak
2–3 adet yeşil soğan
½ kg un
½ litre civarında su
1 tatlı kaşığı tuz
Çeşitli baharatlar (isteğe bağlı olarak)
½ su bardağı zeytinyağı
HAZIRLANIŞI:
İnce ince kıyılan ıspanak ve soğanlar, bir süzgeçte kuruyana kadar bekletilir. Ayrı bir yerde ise un ve su, boza kıvamına gelene kadar çırpılır. Bu kıvama gelen hamurun içerisine tuz ve baharatlar konulur.
Daha sonra bir tepsi yağlanarak, içerisine boza kıvamındaki karışımın yarısından fazlası yayılır. Üzerine kurutulmuş bulunan ıspanak, soğan karışımın tamamı eşit kalınlıkta dağıtılır. Bunun üzerine de ıspanak ve soğanları tam olarak kapatmayacak şekilde boza kıvamındaki hamurun kalanı yayılır.
Akabinde tepsi orta derecede ısıya sahip bir fırında, üzeri kızarıncaya kadar pişirilir.
4 - MELKİ YEMEĞİ
MALZEMELER: 2 kg melki
4 adet soğan
1 yemek kaşığı domates salçası
1 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı tuz
1 çay bardağı zeytinyağı
5 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Melki 5–6 kez yıkanıp, bıçakla soyulduktan sonra doğranır. İnce kıyılmış soğan, zeytinyağında pembeleştirildikten sonra, salça, melki, tuz ve su ile 30 dakika pişirilir. (Dibini tutmaması amacıyla, suyu azaldığında yeniden su eklenir.) Servis yapılırken karabiber eklenir.
5 - YUMURTALI TİKEN

5 - YUMURTALI TİKEN
MALZEMELER: 1 kg şevketi bostan
2 adet soğan
3 adet yumurta
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı tuz
1 çay bardağı ayçiçeği yağı
2 lt su, 3 su bardağı su
HAZIRLANIŞI: Şevketi bostanlar yıkanıp, tepeleri kesildikten sonra, kalan kısmı ince ince doğranır. 2 lt su ve tuz kaynatılır. Kaynadığında içine şevketi bostanlar atılarak, 10 dakika süreyle malzeme haşlanır. Daha sonra ateşten alınarak süzülür. Bir tavada ince doğranmış soğanlar ayçiçeği yağında pembeleştirildikten sonra, salçası eklenerek, 2–3 dakika kavrulur. Süre bitiminde malzemeye yumurta kırılarak, süzülmüş şevketi bostan eklenir. 1–2 karıştırıldıktan sonra 3 su bardağı su ile kısık ateşte, suyunu çekinceye kadar pişirilir ve servis edilir.
6 - METEZ
MALZEMELER : 5 su bardağı un
250 gr kıyma
3 adet soğan
1 adet yumurta
1 tatlı kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı pul biber
2 yemek kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı tuz, 1 çay kaşığı tuz
3 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yemek kaşığı zeytinyağı
2 lt su, 1 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Un, 1 su bardağı su, yumurta, 1 tatlı kaşığı tuz ile yoğrularak, kulak memesi kıvamında bir hamur elde edilir. Bu hamur yastıaç genişliğinde açılır ve su bardağı ağzı genişliğinde kesilir.
İnce kıyılmış soğan, 3 yemek kaşığı zeytinyağında pembeleştirildikten sonra, kıyma ile 5 dakika kavrulur. İçine 2 yemek kaşığı salça eklenip, 2–3 dakika daha kavrulduktan sonra, pul biber, karabiber eklenerek karıştırılır ve ocaktan indirilir.
Kesilen hamurların yarısına 1 tatlı kaşığı harç konularak, yarımay şeklinde kapatılır.
Tencereye 2 lt su, 1 çay kaşığı tuz ve 1 yemek kaşığı zeytinyağı konularak, kaynamaya bırakılır. Su kaynadığında hamurlar içine salınır ve 10 dakika pişirilir.
Bir tavada 2 yemek kaşığı zeytinyağı kızdırılarak, 2 yemek kaşığı salça eklenir ve 2–3 dakika kavrulur. Daha sonra tenceredeki metezlerin üstüne dökülür ve kapağı kapatılarak, 5–10 dakika sonra servis edilir.
7 - MELKİ KÖFTESİ
MALZEMELER : ½ kg melki
1 adet soğan
yarım su bardağı un
yarım demet maydanoz
1 çay kaşığı nane
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı tuz
yarım çay bardağı zeytinyağı
HAZIRLANIŞI : Melki birkaç kez yıkandıktan sonra rendelenir. Soğan, maydanoz ince ince doğranıp, tuz, karabiber, nane, un, rendelenmiş melki ile karıştırıldıktan sonra, elle yoğrulur. Tepsi yarım çay bardağı zeytinyağı ile yağlanır. Hazırlanan harçtan ceviz büyüklüğünde parçalar alınarak, köfte şekline getirilir ve yağlanmış tepsiye dizilir. Üzerine yarım çay bardağı zeytinyağı daha gezdirildikten sonra fırına verilir. Üstleri kızardığında, fırından alınarak servis edilir.
8 - TARHANALI PATLICAN
MALZEMELER : 1 kg patlıcan
1 su bardağı göce (sütlü tarhana)
3 adet soğan
100 gr lor
2 adet yumurta
yarım demet nane
yarım demet maydanoz
1 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı tuz
4 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 yemek kaşığı zeytinyağı
3 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Patlıcanlar kaynamakta olan sıcak suya konularak, yumuşayıncaya kadar bekletilir. Yumuşadığında kevgirle ocaktan alınarak, üzerine soğuk su dökülür. Soğuyana kadar 10 dakika süreyle bekletilir ve suyu süzülür. Patlıcanlar diklemesine ikiye bölünür ve içleri çıkarılır ve çıkarılan içlerin çekirdeksiz kısmı ince ince doğranır. Soğanlar ince ince kıyılır ve 4 yemek kaşığı zeytinyağı ile sararana kadar kavrulur. Sarardığında, doğranmış patlıcan içleri eklenerek, 5 dakika daha kavrulur. Üzerine 3 su bardağı sıcak su eklenir ve kaynamaya bırakılır. Kaynadığında göce eklenerek, kısık ateşte, suyunu çekinceye kadar pişirilir. (Suyunu tamamen çekmemesine özen gösterilmelidir.) Malzemeler ateşten alınarak, yaklaşık 10 dakika soğumaya bırakılır. Soğuyan malzemenin içine, ince kıyılmış nane, maydanoz, tuz ile karabiber ve lor katılarak, harmanlanır. Bu harç ile daha önce içleri çıkarılan patlıcanlar doldurulur. Patlıcanlar 2 yemek kaşığı zeytinyağı ile yağlanmış tepsiye dizilir. Yumurta ve 1 yemek kaşığı zeytinyağı bir kapta çırpılarak, patlıcanların üzerine sürülür ve tepsi fırına verilir. Malzemelerin üzeri pembeleştiğinde –yaklaşık 1 saat sonra- fırından alınarak, soğutulur; bu halde servis edilir.
9 - BÖRÜLCE KÖFTESİ
MALZEMELER : 1 su bardağı börülce
1 adet soğan
1 adet domates
1 adet yumurta
3 yemek kaşığı un
yarım demet maydanoz
yarım demet nane
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı kekik
1 çay kaşığı acı pul biber
2 çay kaşığı tuz
1,5 su bardağı zeytinyağı
HAZIRLANIŞI : Börülce, aldığı kadar suyla orta ateşte 1 saat haşlandıktan sonra süzülür. Bir kapta börülce, nane, yumurta, ince kıyılmış maydanoz, rendelenmiş soğan ve domates ile karabiber, kekik, pul biber, tuz, un yoğrularak, harç elde edilir. Bir tavada zeytinyağı kızdırılır Harçtan 1 yemek kaşığı malzeme alınarak, kızdırılmış zeytinyağına koyulur. Yayvanlaşması için, üstüne kaşıkla bastırılır. Pembeleştiğinde alt-üst edilerek pişirilir ve servis edilir.
PİLAVLAR
1- LÜFER PİLAVI
MALZEMELER: 2 adet lüfer
3 su bardağı pirinç
1 adet iri soğan
1 tatlı kaşığı nane
5 adet defne yaprağı
1 tatlı kaşığı karabiber
1 çay kaşığı tuz
2 su bardağı ayçiçeği yağı
yarım su bardağı ayçiçeği yağı
3 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Balık –unlanmadan- 2 su bardağı ayçiçeği yağında pembeleşene kadar kızartıldıktan sonra, yağdan çıkarılarak, bekletilir. Soğan doğranarak, yarım su bardağı ayçiçeği yağı ile pembeleştirildikten sonra, tuz ve su ile kaynamaya bırakılır. Kaynama başladığında yıkanmış pirinçler suya salınır. Su çekilmeye başladığında, pişirme kabına bütün haldeki balıklar da eklenir ve pilavın suyu tamamen çekilene kadar, birlikte pişirilir. Pişirilme bittiğinde, pişirme kabının üzerine, nane, defne yaprağı ve karabiber konularak servis edilir.
2 - PATLICAN KAPAMA
MALZEMELER : 1 çay bardağı pirinç
3 adet patlıcan
3 adet domates
3 adet çarliston biber
1 yemek kaşığı tuz
1 çay bardağı zeytinyağı
1 lt su, 1 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Patlıcanlar alaca soyularak, tuz ve 1 lt su içinde 30 dakika bekletilir. Tepsiye yıkanmış pirincin 1/3‘ü yayılır. Üzerine halka şeklinde kesilmiş domatesler, patlıcanlar ve dilimlenmiş biberler serpilir. Bunların üzerine yeniden pirincin 1/3’ü; onun da üzerine halka kesilmiş domates, patlıcanlar ve dilimlenmiş biberler koyulur. Bu işlem son katta da tekrarlanır. Üzerlerine zeytinyağı gezdirilerek fırına verilir. Malzemelerin üstü kızardığında, tepsi fırından çıkarılarak, 1 su bardağı sıcak su gezdirilir ve tekrar fırına koyularak, suyunu çekene kadar pişirilir.
3 - DOLMA / YAPRAK SARMA
MALZEMELER : ½ kg asma yaprağı
½ kg bulgur
2 adet soğan
yarım yemek kaşığı biber salçası
yarım demet nane
yarım demet maydanoz
1 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı kırmızı biber
1 çay kaşığı kimyon
yarım limon
1 çay bardağı zeytinyağı
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yemek kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı tuz
½ lt su, 2 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Yapraklar suda haşlandıktan sonra soğumaya bırakılır. Soğan küçük küçük doğranarak, 1 çay bardağı zeytinyağında pembeleştiğinde ½ lt kaynar su ve bulgur eklenerek ağzı kapatılır ve hemen ocaktan indirilir. Suyunu çekene kadar, yaklaşık 30 dakika süre ile ağzı kapalı halde bekletilir. Bulgura 1 yemek kaşığı tuz ve ince doğranmış, nane, maydanoz, salça, karabiber, kırmızı biber, kimyon eklenerek karıştırılır. Her yaprağa 1 tatlı kaşığı iç koyularak ince sarılır ve tencerenin dibine dizili olan bir sıra yaprağın üzerine yanlamasına dizilir. Sarmaların üzerine limon halka halka dilimlenerek koyulur. Bu tencereye 2 su bardağı soğuk su ve 1 tatlı kaşığı tuz eklenerek, kısık ateşte 25 dakika süre ile pişirilir. Sürenin bitiminde üzerine 2 yemek kaşığı yağ gezdirilir ve 15 dakika sonra ocaktan indirilerek servis edilir.
4 - PAZI DOLMASI
MALZEMELER : 1 demet pazı
1,5 su bardağı pirinç
1 adet soğan
yarım demet dereotu
yarım demet maydanoz
yarım demet yeşil soğan
1 yemek kaşığı domates salçası
1 çay kaşığı yenibahar
1 çay kaşığı karabiber
2 yemek kaşığı helva fıstığı
1 tatlı kaşığı tuz
yarım çay bardağı zeytinyağı
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 çay bardağı su
1 çay bardağı su
1 çay bardağı su
HAZIRLANIŞI : Pazıların sapları kesilerek, kaynamış suya batırılıp hemen çıkarılır. Kuru soğan, yarım çay bardağı zeytinyağında pembeleştiğinde pirinç ilave edilerek, ocakta 1–2 dakika daha pişirilir. Sürenin bitiminde 1 çay bardağı sıcak su eklenerek, ocaktan alınır ve 15 dakika süreyle dinlenmeye bırakılır. Daha sonra ince doğranmış maydanoz, yeşil soğan, dereotu, domates salçası, yenibahar, karabiber, helva fıstığı ve tuz, dinlenmeye bırakılan malzeme ile harmanlanır. Her pazıya 1 yemek kaşığı harç konularak sarılır ve tencereye dizilir. Sarmaların üzerine 1 çay bardağı su dökülür ve suyunu çekinceye kadar, kapağı örtülerek, kısık ateşte pişirilir. Suyunu çektiğinde 1 çay bardağı ılık su eklenerek suyunu çekinceye kadar yeniden pişirilir. Pişme gerçekleştiğinde 2 yemek kaşığı zeytinyağı pazıların üzerinde gezdirilerek, tencere ateşten alınır ve servis edilir.
DENİZ ÜRÜNLERİ
1 - PAPAZ YAHNİ
MALZEMELER : ½ kg sarpa
20 adet üzüm koruğu
1 adet soğan
2 adet sivri biber
1 adet domates
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı tuz
1 çay bardağı ayçiçeği yağı
1 su bardağı su, 1 su bardağı su
HAZIRLANIŞI: Soğan ince ince kıyıldıktan sonra, orta ateşte, yağda sararıncaya kadar pişirilir. Salça eklenerek 2 dakika süreyle kavrulur. Sivri biber doğranır ve 1 dakika daha pişirildikten sonra doğranmış domates de eklenerek 5 dakika daha pişirilir. Sürenin bitiminde 1 su bardağı su eklenerek kaynamaya bırakılır. Bu arada sarpaların içleri temizlenerek, başları ile birlikte –bütün halinde- tencereye konulur. 5 dakika da bu halde pişirilen malzemelere 1 su bardağı ılık su eklenir. 30 dakika süre ile pişirilir. Bu süre zarfında yahniye üzüm korukları ve tuz da eklenir.
2 - MİDYE DOLMA
MALZEMELER: 1 kg kabuklu midye
250 gr pirinç
1 adet soğan
1 çay kaşığı çam fıstığı
1 çay kaşığı kuş üzümü
1 çay kaşığı tarçın
1 çay kaşığı karabiber
1 yemek kaşığı yenibahar
1 yemek kaşığı nane
4–5 dal maydanoz
4–5 dal dereotu
2 çay kaşığı tuz
yarım çay bardağı zeytinyağı
1 lt su, 2 su bardağı su
HAZIRLANIŞI: Pirinç, üzerine çıkacak miktarda ılık suya konularak, 15 dakika bekletilir. Soğanlar ve çam fıstıkları ince ince kıyılarak, zeytinyağında, soğanlar pembeleşene kadar pişirilir. Süzülen pirinçler, soğana eklenip, 5 dakika daha kavrulur. Sonra kuş üzümü, nane, tarçın, karabiber, yenibahar, tuz katılarak, 2 dakika daha kavrulduktan sonra, 1 lt su ilave edilir. Bu malzemeler kısık ateşte suyunu çekinceye kadar pişirildikten sonra ateşten alınır ve 10 dakika süreyle bekletilir. Sonra ince kıyılmış dereotu ve maydanoz eklenerek, iyice harmanlanır. Midye açılarak, hazırlanan harçtan 1 tatlı kaşığı koyularak, kapatılır ve tencereye yerleştirilir. Midyelerin üzerine 2 su bardağı kaynar su konulduktan sonra, üzerine, ağırlık oluşturması için bir tabak konulur. Kapağı kapatıldıktan sonra kısık ateşte 20 dakika pişirilir. Tencereden alındığında, -isteğe bağlı olarak- limon ile servis edilir.
3 - TUZLU SARDALYE



MALZEMELER : 1 kg sardalye
½ kg iri tuz
½ kg iri tuz
HAZIRLANIŞI : Balıklar, içleri temizlenmeden, ½ kg tuz ile harmanlanarak, kanlarını salması amacıyla 3 saat süreyle bir leğende bekletilir. Bekleme süresinin sonunda bir tenekenin dibine 1 parmak kalınlığında iri tuz koyularak, balıklar aynı yöne bakar biçimde, sık sık dizilir. Bu işlem balık bitene kadar her katmanda devam eder. En üstte tuz yer alır. Tuzun üzerine, balıklara ağırlık yapması amacıyla en az 1 kg ağırlığında taş konulur. Güneş almayan bir kapalı mekânda 3 ay içinde yenilmeye hazır hale gelir. Tenekenin ağzı kapatıldıktan 15 gün sonra üzerindeki yağ tabakası, incir yaprağı ile alınır. Bu işlem 3 ay süresince 4–5 kez yinelenir.
SALATALAR
1 - BİBER PARPULLAMASI
 
MALZEMELER : 5 adet kırmızı salçalık biber
2–3 dal maydanoz
1 baş sarımsak
1 adet limon
1 çay kaşığı tuz
2 yemek kaşığı ayçiçeği yağı
HAZIRLANIŞI : Biberler, közde alt-üst edildikten sonra, kabukları soyularak, tabağa doğranır. İnce kıyılmış sarımsak ve maydanoz ile limon suyu, ayçiçeği yağı ve tuzla harmanlanarak servis edilir.
2 - DENİZ BÖRÜLCESİ
MALZEMELER : 1demet deniz börülcesi
2 adet domates
2 diş sarımsak
yarım limon
1 çay kaşığı tuz
4 yemek kaşığı zeytinyağı
1 lt su
HAZIRLANIŞI: Deniz börülceleri suda haşlandıktan sonra kılçıklarından temizlenir ve tabağa alınır. Dövülmüş sarımsak ve rendelenmiş domates ile karıştırıldıktan sonra, zeytinyağı ve tuzla harmanlanarak, servis tabağına alınır. Üzerine limon sıkılarak servis edilir.
3 - AHTAPOT SALATA
MALZEMELER: 750 gr ahtapot
yarım soğan
yarım limon
yarım limon
3–4 dal maydanoz
4–5 dal maydanoz
3–4 yaprak defne
3–4 dal dereotu
1 adet havuç
1 yemek kaşığı şeker
3–4 diş sarımsak
yarım çay bardağı sirke
2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 lt su
HAZIRLANIŞI : Ahtapot bütün halde tenceredeki suyun içine konulduktan sonra, ikiye bölünmüş soğan ve yarım limon ile 3–4 dal maydanoz, defne yaprakları, sirke, sarımsak ve şeker ile kısık ateşte 1,5 saat pişirilir. Sürenin bitiminde, ahtapot süzgeç yardımıyla sudan çıkartılarak soğuk suyun altına tutulur. Ahtapot soğuduğunda üst kabuğu ve kafa kısmı çıkartılarak temizlenir. Kuşbaşı dilimlenen ahtapot, ince kıyılmış dereotu ile harmanlanarak servis tabağına alınır. Üzerine zeytinyağı gezdirilir. Yarım limon, 4–5 dal maydanoz ve dilimlenmiş havuç ile servis edilir.
4 - PATLICAN TURŞUSU

4 - PATLICAN TURŞUSU
MALZEMELER: 3 kg patlıcan
1 adet lahana
1 kg yeşil domates
1 kg yeşil biber
1 kg salçalık kırmızı biber
4 adet havuç
1 demet kereviz
1 çay bardağı limon tozu
1,5 kg turşukur
4,5 lt su,
1 su bardağı tuz
HAZIRLANIŞI : Patlıcanlar yıkandıktan sonra, bıçakla uzunlamasına çizilerek, yumuşayıncaya kadar tencerede haşlanır. Domatesler, yeşil ve kırmızı biberler ile havuçlar ince ince kıyılır. Lahanadan ise, patlıcanların sayına yetecek miktarda yapraklar ayrıldıktan sonra, geriye kalan lahanalar ince ince kıyılarak, diğer malzemeler ile karıştırılır. Bütün malzemeler, geniş bir kapta limon tozu ile harmanlandıktan sonra, 1 su bardağı tuz eklenir. Patlıcanların çizilmiş kısımlarından içleri açılır. Hazırlanan harç, aldığı kadar, her patlıcanın içine yerleştirilir. Kapak için ayrılan lahana, harcın üzerine örtüldükten sonra, harcın dağılmaması amacıyla, iple bağlanır ve kavanoza yerleştirilir. Patlıcanların arasına kereviz konulmasına dikkat edilmelidir. Kavanozdaki malzemenin üzerine turşukur ve su karıştırılıp eklendikten sonra, malzemelerin üzerine ağırlık yapması amacıyla taş konularak, ağzı kapatılır. Turşu 15 gün içinde yenmeye hazır hale gelir.
5 - YAĞLI TURŞU
MALZEMELER : 1 kg sivri biber
3–4 diş sarımsak
1 su bardağı ayçiçeği yağı
1 su bardağı sirke
1 tatlı kaşığı şeker
1 yemek kaşığı tuz
HAZIRLANIŞI : Biberler 4–5 cm uzunluğunda doğrandıktan sonra yıkanarak, şişeye doldurulur. Bir huni yardımıyla sirke, sıvı yağ, tuz, şeker ve çok ince kesilmiş sarımsaklar eklenerek, kapağı sıkıca kapatılır. 15 gün içinde tüketime hazır hale gelen biberlerin olgunlaşması için, aralıklarla alt üst edilmesi gerekir.
6 - DELİ ARMUT TURŞUSU/AHLAT TURŞUSU
MALZEMELER : 3 kg ahlat
1 kavanoz su
HAZIRLANIŞI : Ahlatlar yıkanarak kavanoza koyulduktan sonra, üzeri su ile doldurulur. Herhangi bir malzeme kullanılmadan, kendi suyunda 7–10 gün içinde yenilebilir hale gelir.
TATLILAR
1-PEYNİR HELVASI

 

PEYNİR İÇİN MALZEMELER : 5 lt inek sütü
yarım tatlı kaşığı peynir mayası
yarım çay bardağı su
HAZIRLANIŞI : Ilık sütün içine maya ve su katılarak, 2 saat süreyle bekletilir. Sürenin sonunda peynir karıştırılarak, dibe çökmesi sağlanır. Sulu kısmı yukarıda kalır. Malzeme, bez den süzülür. Peynir hafif sulu; tamamen katılaşmadan, helva yapımı için alınır.
HELVA İÇİN MALZEMELER : 1,5 kg peynir
1,5 su bardağı irmik
1 su bardağı un
1,5 kg şeker
1 yumurta sarısı
HAZIRLANIŞI : Tencere içine peynir konularak, irmik ve unla harmanlanır. Yoğrulma işleminin bitiminde hafif ateşte 10 dakika süreyle pişmeye bırakılır. Bu sürenin sonunda, üzerine şeker ve yumurta sarısı konulur. Bütün bu malzemeler ocak dışında 5 dakika süreyle karıştırıldıktan sonra, ocağa konup, 10 dakika daha pişirilir. Helva tabaklara konulmadan önce, her tabağın altına 1 tatlı kaşığı şeker serpilir. Tatlı konulduktan sonra ise, tabaklara 1’er yemek kaşığı daha şeker serpilir. Kaşıkla değişik şekiller verilerek servis edilir. (İstendiği takdirde bütün işlemlerin bitiminden sonra, 5 dakika süreyle fırına koyulup, pembeleştirilir.)
2 - YUMURTA HELVASI

 

                     
MALZEME: 2 yumurta
(Yumurtanın bardakta kapladığı miktarda:)
Un
Toz şeker
Zeytinyağı
Su
HAZIRLANIŞI:
Yukarıda verilen malzemelerin hepsi aynı anda bir kap içinde çırpılır. Hazırlanan karışım kısık ateşte katılaşana kadar, sürekli karıştırılarak pişirilir.
Ateşten alınan helvanın üzerine istenirse bir tatlı kaşığı toz şeker katılarak servis yapılır.
3-HALLE ŞEFTALİSİ REÇELİ

 

 
MALZEME: 1 kg halle şeftalisi
750 gr toz şeker
HAZIRLANIŞI:
Şeftalilerin çekirdekleri çıkartılıp, çekirdek kısmındaki kırmızı bölge temizlendikten sonra dilimlenir. Dilimlenen şeftaliler üzerine şeker dökülerek beklemeye bırakılır. Şeker tamamen eriyene kadar beklenilir. Bu işlem tamamlandıktan sonra tencereye konularak kısık ateşte pişirilir. Reçel kıvamını alana kadar kaynatılır.
4-MAFİŞ
MALZEME: 1 çay kaşığı tuz
1 bardak su
1 yemek kaşığı sıvı yağ
2 adet yumurta
½ kg un
2 yemek kaşığı toz şeker
HAZIRLANIŞI:
Şeker hariç diğer tüm malzemelerin hepsi karıştırılarak, hamur haline getirilir. Elde edilen bu hamur oklava yardımıyla açılır. Açılan bu hamur, bıçakla veya yuvarlak bir nesne ile yaklaşık 10 cm çapında dairelere bölünür. Bölünen bu parçalar, bıçak yardımı ile 1,5–2 cm eninde ve 7–8 cm uzunluğunda paralel parçalar halinde kesilir ve kesilen bu parçalar saç örgüsü şeklinde birbiri içinden geçirilir. Bu şekilde hazırlanan hamur, kızgın haldeki ayçiçek yağının içine bırakılarak, pişirilir. Kızartılan hamurun kararmamasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle kızgın yağın içinde fazla bekletilmemelidir.
Pişen hamurlar üzerine toz şekeri (isteğe bağlı olarak) serpilir.
5 - ÜZÜM REÇELİ
MALZEMELER : 1,5 kg çekirdeksiz üzüm
2 kg şeker
yarım limon
1,5 lt su
HAZIRLANIŞI : Su ile şeker 30 dakika, koyulaşana kadar kaynatılır. Sürenin bitiminde üzümler eklenerek, 30 dakika da bu şekilde kaynatılır. Limonu sıkılarak, 5 dakika daha pişirildikten sonra ocaktan indirilir.
6 - SAMSA (SAMSI)/OTURTMA
MALZEMELER : ½ kg un
2 kg şeker
3 adet yumurta
2 kg ceviz
1 kg badem
2–3 adet karanfil
¼ çay kaşığı tuz
½ lt zeytinyağı
2 yarım yumurta ölçüsünde zeytinyağı
½ lt su, 1 su bardağı su
HAZIRLANIŞI : Bademler kaynak suda, kabukları çıkarılana kadar haşlanır. Kabuklar temizlendikten sonra, bir tavada, orta ateşte 15–20 dakika süreyle kavrulur ve havanda dövülür. Ceviz ise ocakta kabuğundan ayrılana kadar, kavrulduktan sonra havanda dövülür. Yumurta, tuz ve 2 yarım yumurta kabuğu zeytinyağı çırpılarak, un ve 1 su bardağı su ile yoğrulur. Kulak memesi kıvamında bir hamur elde edilir. 1 saat dinlenmeye bırakılan bu hamur, yumurta büyüklüğünde parçalara bölünür. Tepsi veya yastıaç boyutunda, baklava yufkası inceliğinde açılır. Her yufkaya dövülmüş ceviz, badem ve karanfilden 1’er çay bardağı ölçüsünde koyulur. Yufka daha sonra oklavaya sarılarak, rulo yapılır. (Bu işlem her yufkaya uygulanır) Daha sonra 3–4 cm genişliğinde kesilerek, uzunlamasına tepsiye dizilir. ½ lt zeytinyağı kızdırılarak, tepsideki soğuk malzemeye dökülür ve fırına verilir. Malzemeler, tepsi salladığında kayabilir ölçüye geldiğinde –hafif pembeleştiğinde- fırından alınarak, soğumaya bırakılır. Şeker, ½ lt su ile koyulaşana kadar kaynatılır. Kaynar halde, tepside soğumuş halde duran malzemenin üzerine dökülür. 1 saat sonra, suyunu çektiğinde servis edilir.
7 - KİRAZ REÇELİ
MALZEMELER : 1 kg kiraz
1 kg şeker
7 adet karanfil
1 çay bardağı su, yarım limon suyu
HAZIRLANIŞI : Kirazlar yıkanıp çekirdekleri çıkartıldıktan sonra, üzerlerine şekere dökülerek, 1 gece bekletilirler. Sabahleyin, bu malzemelere su da eklenerek, orta ateşte kaynamaya bırakılır. Kaynama başladığında karanfil eklenir. Oluşan köpüklerin yoğunlaşmasından 10 dakika önce, limon suyu da eklenir. Sürenin bitiminde tencere ocaktan indirilir.
8 - KABAK REÇELİ
MALZEMELER : 1 kg balkabağı
1,5 kg şeker
1 çay kaşığı limon tozu
2 lt kireç suyu
1,5 lt su
HAZIRLANIŞI : Akşamdan kabak soyulup, doğranır. ½ kg söndürülmüş ve süzülmüş kireçten elde edilen 2 lt kireç suyunda kabaklar bekletilir. Sabahleyin kireçten temizlemek amacıyla, kabaklar 5–6 kez yıkanır. Şeker ve su ayrı bir tencerede 15–20 dakika kaynatıldıktan sonra, içine kireç suyundan temizlenmiş kabaklar atılır ve 1,5-2 saat süreyle, kabaklar koyu sarı renge dönüşene kadar kaynatılır. Ocaktan indirmeden 10 dakika önce limon tozu da eklenir.
9 - İNCİR DOLMASI
MALZEMELER : ½ kg beyaz kuru incir
yarım çay bardağı pirinç
1,5 çay bardağı şeker
1,5 çay bardağı ceviz içi
1 çay bardağı su
1 çay bardağı su
HAZIRLANIŞI : İncirler başlarından kesilerek, içleri parmakla aralanır. Pirinç, kaynamış haldeki 1 çay bardağı suya atılarak, suyunu çekinceye dek pişirilir. Sonra soğuk suyla yıkanıp, süzülür ve bir kaba alınır. Üzerine şeker ve dövülmüş ceviz içi katılarak, iyice harmanlanır. Bu harçtan, incirlerine içine 2’şer çay kaşığı doldurulur. Tepsiye dizildikten sonra, üzerlerine 1 çay bardağı sıcak su dökülerek, sıcak fırına verilir. Suyunu çekip üstleri kızardığında, fırından alınarak servis edilir.
10 -BASMA HELVASI
 
MALZEMELER : 750 gr un
500 gr şeker
100 gr ceviz içi
150 ml.lt zeytinyağı
1 su bardağı su, 1 fincan su
HAZIRLANIŞI : Zeytinyağı, geniş bir tavaya konularak, kızdırılır. Yağ kızdığında, 1 fincan soğuk su eklenerek, kapağı kapatılır ve 5–10 dakika süreyle kaynamaya bırakılır. Sürenin bitiminde un koyularak, kısık ateşte, unun rengi koyulaşana kadar, sürekli karıştırılarak, yaklaşık 30 dakika kavrulur. Kavrulma işlemin son 10 dakikasında, ceviz içi de ilave edilir. Ayrı bir kapta şeker ve 1 su bardağı su kaynatılarak, koyulaşmaları sağlanır. Koyulaşan şerbet soğumaya bırakılır. Kavrulmakta olan diğer malzemelerin üzerine, bu soğutulmuş şerbet dökülür. Tahta kaşıkla çok seri şekilde –buharının kaçmasına izin verilmeden- 2 dakika süreyle karıştırılır. (Buharın çıkışını engellemek için, karıştırma esnasında, tencere, kaşık açıkta kalacak biçimde bir örtüyle kapatılır.) Sürenin sonunda karışım bir tepsiye dökülerek, sıcak haldeyken elle bastırılır ve soğumaya bırakılır. Soğuyan helva, baklava dilimi biçiminde kesilerek servis edilir.


MASALLARI

 
 

ÇANAKKALE:Masalları

 

ASLANLA ÇAKAL

 

Aslanla çakal arkadaş olmuşlar. Dağda bayırda geze geze yorulmuşlar, acıkmışlar.

 

Aslan demiş ki:

 

— Çakal kardeş, bu böyle olmayacak. İyisi mi, bir av yapalım da karnımızı doyuralım.

 

Neyse bunlar av peşinde dolaşırken, çayırda otlamakta olan yılkı atlarına rast gelmişler.

 

Aslan:

 

— Tamam çakal kardeş, ben gideyim de şu yılkıdan bir at avlayayım da karnımızı doyuralım. Ama avlanmadan önce benim kızışmam gerekir.

 

— Peki, ama aslan kardeş, sen nasıl kızışırsın? Aslan durduğu yerde gerinmeye, titremeye başlamış ve çakala dönerek:

 

— Bak bakalım çakal kardeş, gözlerim kanlandı mı? demiş.

 

Çakal bakmış:

 

— Evet aslan kardeş, gözlerin kanlanmış demiş.

 

Aslan:

 

— Tamam öyleyse. Seyret bak, atı nasıl avlayacağım.

 

Aslan kükreye kükreye atın yanına varıp, bir pençe atmış. At pençeyi yer yemez, yere yığılıp kalmış. Aslanla çakal kendilerine güzel bir ziyafet çekerek, karınlarını doyurmuşlar.

 

Eh, gün geçmiş, zaman geçmiş; bizim iki kafadar yeniden acıkmışlar. Yine bir yılkıya rast gelmişler. Bu sefer çakal konuşmuş:

 

—Aslan kardeş, geçen sefer karnımızı sen doyurdun. Bu sefer avlanmak sırası bende. Hem senin nasıl avlandığını da gördüm. Ben de senin yaptığın gibi kızışıp, av yapacağım.

 

Aslan sesini çıkarmamış.

 

Çakal aynı aslanın yaptığı gibi gerinmeye ve titremeye başlamış ve:

 

— Bak bakalım aslan kardeş, gözlerim kanlandı mı? demiş.

 

Aslan bakmış:

 

— Çakal kardeş, gözlerin kanlanmamış demiş.

 

— Yahu boşver sen onu; kanlanmış de.

 

— Eh, madem öyle dememi istiyorsun; peki öyleyse: Kanlanmış.

 

— Tamam öyleyse. Seyret bak, atı nasıl avlayacağım.

 

Çakal o hışımla, uluyarak atın yanına bir varış varmış ama at buna bir çifte atmış. Zavallı çakalın gözleri kan çanağına dönmüş. Çakalın başına gelenleri uzaktan seyreden aslan, çakalın yanına yaklaşmış ve:

 

— Şimdi gözün kanlanmış işte çakal kardeş demiş.

 

Çakala, geçenlerde ormanda rastladım. Baktım gözleri hala mosmor zavallının.

 

BİR AV MASALI

 

Bir gün ormanda, tilkiyle tavşan karşılaşmışlar.

 

Tilki:

 

— Tavşan kardeş, ben yalnız bir tilkiyim. Kimim kimsem yok. Bu koca ormanda, tek başıma dolaşmaktan, bıktım usandım. Gel seninle arkadaş olalım demiş.

 

Tavşan, tilkinin bu teklifini kabul etmiş. Ormanda birlikte gezip dolaşmaya, yiyip içmeye başlamışlar.

 

Gel zaman git zaman, tilki tavşanı hor görmeye, kötü söz söylemeye başlamış. Tavşan, arkadaşının kendisine söylediği kötü sözlere dayanamaz olmuş. ‘Dur hele. Gün olur, devran döner’ demiş içinden.

 

Günlerden bir gün, bunların karnı acıkmış. Ne yesek, ne yesek? diye düşünürlerken, tavşanın aklına bir fikir gelmiş:

 

— Tilki kardeş demiş, gel dereye gidip balık tutalım. Bu gün de karnımızı balıkla doyuralım demiş. Tilki, tavşanın teklifini kabul etmiş.

 

Irmak kıyısına vardıklarında, tilki sormuş:

 

— İyi ama balık tutmak için oltamız yok ki bizim.

 

— Sen hiç tasalanma tilki kardeş demiş tavşan. Oltaya ihtiyacımız yok. Senin kuyruğun var mı?

 

— Var.

 

— Tamam işte. Şimdi sen kuyruğunu dereye sokacaksın. Balıklar da senin kuyruğunu yem sanıp, yemeye çalışacaklar. Sen hemen kuyruğunu sudan çıkarıp, balığı kıyıya atacaksın. Tamam mı?

 

— Tamam.

 

Tilki, kuyruğunu suya salarak beklemeye başlamış. Bekle Allah bekle, bekle Allah bekle… (Söylemeyi unuttum. Aylardan, ocak ayıymış.) Tilki, kuyruğu suda beklemekten sıkılmış:

 

— Ya tavşan kardeş, saatlerdir kuyruğum suda beklemekten usandım. Ne zaman gelecek bu balıklar?

 

— Az bekle, az bekle.

 

Tilki kuyruğu suda bekleyedursun, dere de soğuktan buz tutmuş bu arada. Tilki bir bakmış: Kuyruğu sudan çıkarmanın imkânı yok. Kuyruk da suyla birlikte buz tutmuş. Öte çekelemiş, beri çekelemiş; yok. Tilkinin kuyruğunun donması yetmezmiş gibi, kendisi de donmaya başlamış. Soğuktan, dişleri takır takır ederek:

 

— Aman tavşan kardeş, ne olursun beni kurtar diye yalvarmaya başlamış. Tavşan iki adım geriye çekilerek:

 

— Şimdi bana yalvarmanın faydası yok. Sen beni azarlayıp, sürekli aşağılarken, bu günün geleceğini de hesaba katmalıydın. Sen beni zavallı görüyordun ama bak şimdi zavallı durumunda sen kaldın. Kendini boşu boşuna zorlayıp durma; kuyruğun kopuverir. Sabretmeyi öğrenmelisin. Bak birkaç ay içinde bahar gelecek. Bu arada havalar ısınır. Buzlar da erir. Sen de kuyruğunu kurtarmış olursun demiş ve arkasını dönerek gözden kaybolmuş.

 

EN KORKAK KİM

 

Hayvanlar da tıpkı insanlar gibidir. İnsanlar nasıl sevinip üzülürlerse, nasıl heyecanlanıp korkarlarsa, hayvanlar da öyle sevinirler, üzülürler, heyecanlanırlar, korkarlar.

 

Korku deyince, aklıma, ak tavşanın korkusunu anlatan masal geldi. Size de anlatayım da dinleyin.

 

Ormanın içinde, yalnız başına bir ak tavşan yaşarmış. Ak tavşan her şeyden korkarmış. Rüzgâr esse korkarmış, yağmur yağsa korkarmış; hatta karıncadan bile korkarmış. Ak tavşanın bu korkusunu bilen diğer hayvanlar da, onun bu huyuyla alay eder; onu sürekli korkuturlarmış. Ak tavşan artık yaşadığı korkulara dayanamaz hale gelerek: “Bu korkularla yaşamaktan bıktım, usandım. Kendimi göle atayım da kurtulayım” demiş ve göle doğru yola koyulmuş.

 

Az gidiyor uz gidiyor, dere tepe düz gidiyor. En sonunda gölün kıyısına varıyor. Gölün kıyısında yuva yapmış olan kurbağalar, ak tavşanın kendilerine doğru geldiğini görünce, korkularından suya atlamışlar. Kurbağaların kendisinden korkarak suya atladıklarını gören ak tavşan: “Yahu benden korkakları da varmış. Ben de korkularımla yaşamayı, onları alt etmeyi öğrenmeliyim” diyerek, göle atlamaktan vazgeçmiş.

 

FERMANI OKU AHRETLİK

 

Tilkiyle çakal ahretlik olmuşlar. Gez-dolaş; vakit geçmiş. Bizim iki kafadarın karınları acıkmış tabii. “Nasıl yapsak da karnımızı doyursak” diye düşünürken, tilki:

 

— Bir fikrim var ahretlik demiş.

 

— Nedir?

 

— Ahmet Aga’nın bağına girip üzüm yiyeceğiz.

 

— Yahu nasıl olur? Ahmet Aga bağını boş bırakmaz. Elinde tüfeğiyle, her gün bekler bağını.

 

— Korkma ahretlik; padişahtan fermanım var. Padişah, istediğimiz bağdan üzüm yiyebileceğimizi fermana yazdı. Bize değil Ahmet Aga, hiç kimse karışamaz.

 

— Öyle mi?

 

— Öyle.

 

Çakal ne yapsın? Uymuş tilkinin sözüne; girmişler bağa. Ora senin bura benim; başlamışlar üzümleri yemeğe. Onlar üzümleri yiyedursun, Ahmet Aga asma yapraklarındaki kıpırtılardan, bağa hayvan girdiğini anlamış. Tüfeğini kaptığı gibi, basmış kurşunu. Tilki, kurşun sesini duyar duymaz, tabanları yağlamış. Daha ne olduğunu anlayamayan çakal:

 

— Padişahtan aldığın fermanı oku ahretlik diye tilkiye seslenmiş.

 

Tilki:

 

— Bırak şimdi fermanı. Bu toz duman içinde ferman mı okunur. Sen de tabanları yağla demiş.

 

Çakal bakmış ki pabuç pahalı; o da başlamış kaçmaya.

 

Geçen gün dere kenarına yattım, uzandım. Bir de ne göreyim: Bizim iki kafadar –önde tilki, arkada çakal- hala kaçmaya devam etmiyorlar mı? Şaştım kaldım.

 

HİÇ HİÇ

 

Bir varmış bir yokmuş. Bir yaşlı nineciğin evinde şeker varmış, un varmış da tuz yokmuş. O zamanlarda tuzun adı “hiç hiç”miş. Ne yapsın ninecik? Bir sakar torunundan başka kimi kimsesi de yokmuş. Kasaba ise epeyce uzakmış. Uzak olunca, yaşlı ninecik torununu göndermekten başka çare bulamamış.

 

— Aslan torunum benim! Kasabaya gidiver de bir kilo hiç hiç alıver demiş. Neyse, o günün parasıyla birkaç akçe vererek, torununu kasabaya yollamış.

 

Sakar torun ne alması gerektiğini unutmamak için, hiç hiç diye bağıra bağıra kasabaya doğru koşmaya başlamış. (İnanır mısın gıdışım, çocukken ben de öyleydim. Annem bakkala bir şeyler almaya gönderdiğinde, illa ki alacaklarımdan birini almadan dönerdim. Alacaklarımı unutmamak için de sürekli sayıklardım içimden.) Hiç hiç, hiç hiç, hiç hiç…

 

O hiç hiç diye bağıradursun, yolu, deniz kenarında ağ çekmekte olan balıkçılara rast gelmiş. Sakar oğlan: Hiç hiç, hiç hiç diye bağırınca, kaptan bunu çağırmış ve ensesinin köküne şamarı patlatmış. Şamarı yiyince feleği şaşmış zavallının. Korkarak:

 

— Yahu amca niye vurdun bana? diye sormuş.

 

—Bir de soruyor musun? Biz denizden balık çekiyoruz. Sen, hiç hiç diye bağırıyorsun.

 

— Ya ne demem lazım?

 

— Beşer onar, beşer onar desene.

 

Ee kaptan öyle söyleyince, bizim sakar oğlan hiç hiç demeyi bırakıp, beşer onar, beşer onar demeye başlamış bu sefer.

 

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yolu, bir mezarlığın önüne düşmüş. Bu gene: Beşer onar, beşer onar diye bağırınca, mezarlığa cenaze getirenler tabutu bırakıp, sakar oğlanı yakalamışlar. Öyle dövmüşler ki, sakar oğlanın gene feleği şaşmış.

 

— Yahu bana niye vuruyorsunuz? diye sormuş.

 

— Az bile vurduk. Biz mezarlığa cenaze getiriyoruz. Sen tutmuş: Beşer onar, beşer onar diye bağırıyorsun.

 

— Ya ne demem lazım?

 

— Allah rahmet eylesin diyeceksin. Tamam mı?

 

—Tamam.

 

Bizim sakar oğlan hiç hiç demeyi unuttuğu gibi, beşer onar demeyi de unutmuş. Bu sefer: Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin diye bağırmaya başlamış.

 

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yolu, koyun sürüsünün önüne çıkmış. Çobanın da o gün köpeği ölmüş. Köpeğin leşini sürüden uzaklaştırmaya çalışıyormuş. Bizim sakar oğlan: Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin diye bağırınca, çoban, köpeğin leşini bıraktığı gibi, şamarı indirmiş. Zavallı sakar oğlan, ensesinden canı çıkıyor sanmış.

 

— Yahu amca, bana niye vuruyorsun?

 

— Nasıl vurmayayım. Köpek leşine, Allah rahmet eylesin denir mi?

 

— Ya ne demem lazım?

 

— Öff! Ne pis kokuyor diyeceksin. Tamam mı?

 

— Tamam.

 

Sakar oğlan bu sefer: Öf ne pis kokuyor, öf ne pis kokuyor diye bağırmaya başlamış.

 

Erken kalkan, yol alırmış derler. En sonunda kasabaya varıyor. Varıyor ama bas bas bağırmakta gene: Öf ne pis kokuyor, öf ne pis kokuyor… Zavallının yolu, hamamın önünden geçiyormuş. Hamamdan iki kadın çıkmış. Güzelce yıkanıp, mis gibi kokular sürünmüşler. Bizim sakar oğlan: Öf ne pis kokuyor deyince, kadınlar bunu aralarına alıp, bir güzel sopalamışlar.

 

— Terbiyesiz, utanmaz seni! Biz hamamda temizlenelim, güzel kokular sürünelim de, sen bize: Öf ne pis kokuyor de.

 

Yediği dayaktan bayılacak gibi olan oğlan:

 

— İyi de teyzelerim, ne demem lazım?

 

— Oh ne güzel oldu diyeceksin. Tamam mı?

 

— Tamam.

 

Oğlan nihayet çarşıya varmış. Varmış varmasına ama çarşıda da iki delikanlı, yumruk yumruğa kavga ediyorlarmış. Bu gene: Oh ne güzel oldu, oh ne güzel oldu diye bağırınca, delikanlılar kavgayı bırakıp, alıyorlar sakar oğlanı ellerine. Öyle bir dayak atıyorlar ki… Sorma gitsin.

 

Bizim oğlan:

 

— Yahu bana niye vuruyorsunuz? deyince,

 

— Öyle söylenir mi? diyor delikanlının biri.

 

— İyi de ne söylemem lazım?

 

— Hiç yakışmıyor diyeceksin. Tamam mı?

 

— Tamam.

 

Bu sefer sakar oğlan başlamış, hiç yakışmıyor, hiç yakışmıyor diye bağırmaya. Hiç, hiç derken, oğlan kasabaya hiç hiç almak için geldiğini hatırlayıvermiş. Neyse girmiş bakkalın birine. Nineciğinin ısmarladığı tuzu alıp, koşa koşa eve dönmüş. Dönmüş ama yediği dayaklardan da, bir hafta yataktan çıkamamış vessalam. Hasta yattığını duyunca, gideyim de şu sakar oğlana geçmiş olsun diyeyim dedim. Evden çıkarken, annem:

 

— Oğlum, görmüyor musun, yağmur nasıl yağıyor. Bu havada sokağa çıkılır mı? dedi. Şimdi yağmurun dinmesini bekliyorum. Giderken senin de selamını götüreyim mi?

 

İHTİYAR BALIKÇI VE KAYABALIĞI

 

Bir varmış, bir yokmuş. Bu dünyada insanlar, denizlerdeki kumlardan da çokmuş. Evvel zaman içinde, memleketin birinde, bir padişahın oğlu varmış. Bu prens de çok yakışıklıymış. Yakışıklılığı, çok uzak diyarlarda bile bilinirmiş. Genç kızlar, prensi bir kere olsun görebilmek için, gözlerini kırpmadan tüm zorluklara katlanırlarmış.

 

Prensin yakışıklılığı haberi, en sonunda karanlıklar ülkesine de ulaşmış. Padişahın oğlunun dillere destan yakışıklılığı, karanlıklar ülkesinin cadı prensesini meraklandırmış. Cadı prenses: “Böyle bir güzellik olsa olsa benim hakkımdır” diyerek yeryüzüne çıkıp, yakışıklı prensin sarayına varmış. Yakışıklı prensi görür görmez, ona vurulmuş. Vurulmuş ama prens, çevresinde o kadar güzel kız varken, hiç dönüp de cadı prensese bakar mı? Cadı prenses, yakışıklı prensin kendisiyle ilgilenmemesine çok kızmış ve onu, iri bir kayabalığına çevirivermiş.

 

Yakışıklı prensin aniden ortadan kaybolması, memleketi yasa boğmuş. Nice genç kızlar, siyah matem elbiselerini giyerek yas tutmaya başlamışlar.

 

Kayabalığı prens, kimi zaman denizde, kimi zaman kıyıdaki kayalıklarda yaşayarak, günlerini geçirmeye başlamış.

 

Günlerden bir gün, fakir bir ihtiyar deniz kıyısına inerek, oltasını suya bırakmış. Eh! Balıkçılıkta hüner, sabırla balığın gelmesini beklemektir. İhtiyar da beklemeye başlamış. Bekle, bekle, bekle… Aradan saatler geçmiş, tek bir balık bile oltasına dokunmamış. “Eyvah! Bu gün de aç kalacağım. Zaten kaç gündür boğazımdan bir lokma yiyecek geçmedi. Bu gidişle açlıktan öleceğim.” diye kendi kendine söylenirken, aniden oltasının ucu titremeye başlamış. Hemen misinaya asılıp, çekmeye başlamış. Oltanın ucunda, çıka çıka bizim horozbina prens çıkmasın mı! İhtiyar balıkçı: “İşte talihim döndü. Bu kayabalığını yersem, açlıktan kurtulurum” diye sevinirken, kayabalığı prens dile gelmiş:

 

— Ey insanoğlu! Sen beni yakaladın. Şimdi senin elindeyim. Beni yeniden denize salarsan, senin üç dileğini yerine getirir, mutlu olmanı sağlarım ama sen de son dileğin de olduktan sonra, beni yüzgeçlerimden öpmelisin. Çünkü ben de senin gibi bir insanoğluydum. Karanlıklar prensesi cadıya karşı geldiğim için, beni cezalandırıp balığa dönüştürdü. Benim yeniden insan olabilmem için, senin üç dileğini yerine getirmem, senin de beni yüzgeçlerimden öpmen gerekir demiş. Bu sözleri duyan ihtiyar balıkçı: “Ben bu kayabalığını yesem, elime ne geçecek? Yarın gene aç kalmayacak mıyım? İyisi mi, ben bu kayabalığından üç istekte bulunayım” diye düşünmüş ve kayabalığı prense:

 

— Bana öyle bir saray yap ki, duvarları altından, kapıları zümrütten, camları pırlantadan olsun demiş.

 

— Hay hay! Bu ilk isteğini hemen yerine getireceğim.

 

— İyi ama diğer isteklerimi bildireceğim zaman, ben seni nerede bulacağım? -

 

— Sen hiç merak etme. Sen ne zaman deniz kıyısına gelirsen, ben burada olacağım.

 

İhtiyar balıkçı ağır aksak adımlarla gecekondusuna dönmüş ama gecekondusunun yerinde yeller esmekteymiş. Onun yerinde öyle bir saray duruyormuş ki, anlatmaya kelimeler yetmeyecek güzellikte imiş bu saray. İhtiyar balıkçı, sevinçten az daha aklını oynatacakmış. Sabaha kadar gözüne uyku girmemiş.

 

Sabah olunca, doğru deniz kıyısına yollanmış ve:

 

— Kayabalığı, kayabalığı! diye seslenmiş. Kayabalığı prens, hemen başını sudan çıkartmış:

 

— Ee dedecik, bu kadar erken geldiğine göre, ikinci dileğini de yerine getirmemi isteyeceksin herhalde.

 

— Doğru söyledin kayabalığı. Evet, çok güzel bir sarayım oldu ama bu ihtiyar halimle, ben bu sarayı ne yapayım? Sen en iyisi beni gençleştir ki, ben de sarayımda yaşamanın keyfini çıkarayım.

 

Kayabalığı suya dalarak, gözden kayboluvermiş. İhtiyar balıkçı çaresiz sarayının yolunu tutmuş ama gençleştiği falan yok. Kuşku içinde “acaba bu kayabalığı beni kandırdı mı?” diye düşünerek, sarayının kapısına varmış. Kapının som altından olan tokmağını tuttuğu anda, aklaşmış saçları siyahlaşmaya, buruşmuş derileri gerilmeye, eğrilmiş kemikleri doğrulmaya başlamış. Kapıyı kapatıp sarayına girdiğinde, on sekiz yaşında bir delikanlı oluvermiş. Sarayın merdivenlerini dörder dörder inip çıkmaya; sarayın salonunda, durup dinlenmeden taklalar atmaya başlamış.

 

Ertesi sabah, yüzünü bile yıkamadan, -yüzünü yıkamış olsa, daha iyi ederdi bence- soluğu deniz kıyısında alıp, kayabalığına seslenmiş. Daha o son heceyi bitirmeden, kayabalığı kıyıya yanaşmış:

 

— Buradayım, telaşlanma. Hadi son dileğini söyle de, ben de özgürlüğüme kavuşayım demiş.

 

— Üçüncü dileğim: Bu saraya layık, genç ve güzel bir kızla evlenmektir.

 

— Üçüncü dileğini de yerine getirmek, benim için mutluluk olacaktır. Ancak bu dileğin gerçekleştikten sonra, sakın ha bana verdiğin sözü unutayım deme. Yoksa ben bu uçsuz bucaksız denizin içinde, sonsuza kadar kayabalığı olarak kalakalırım.

 

Eski ihtiyar balıkçı –artık genç tabii- koşarak, atlayarak sarayının yolunu tutmuş. Tutmuş ama daha saraya varmadan, bir gürültü, bir kalabalık ki… Sormayın gitsin. Meğerse o memleketin padişahı, kızını bizim balıkçıya vermek için, halkla beraber yollara düşmüş. Padişah balıkçıyı görünce:

 

— Bak delikanlı! Bu genç yaşında, benim sarayımdan güzel bir saraya sahip olmuşsun. Bu kadar büyük ve değerli bir sarayda, genç bir delikanlının yalnız başına yaşaması yakışık olmaz. Sen de uygun bulursan, seni kızımla evlendirmek isterim. Hem artık ben de yaşlandım. Benim yerime padişah olursun. Bana sarayında bir odacık verirsen, doğacak torunlarımla güler oynar; ömrümü tamamlarım diye konuşmuş. Aman! Körün aradığı bir göz! Balıkçı, padişahın teklifini hemen kabul edivermiş.

 

Padişah düğünü olur da, iki üç günde biter mi hiç? Kırk gün kırk gece davullar vurulmuş. (Ben o düğüne gidemedim. Oh olsun! Annemin sözünü dinlemeyip, terliyken su içtim; hastalandım. Mahallenin bütün çocukları gittiler tabii düğüne. Kıskançlıktan, az daha çatlayacaktım anlayacağınız.) Neyse, o düğün telaşı içinde bizim balıkçı damat, kayabalığına verdiği sözü unutmuş. Bu arada da düğünün son gününe, yani kırkıncı gününe gelinmiş.

 

O memlekette de adetmiş: Düğünün son günü, balık biçiminde bir pasta yapıp damada yedirmeden, damatla gelinin yan yana gelmelerine izin vermezlermiş. Balıkçı pastadan balığı görünce, kayabalığına, ona verdiği sözü hatırlamış ve:

 

— Aman, Allah’ını seven beni tutmasın. Benim hemen deniz kıyısına gitmem gerek. Beni bırakmazsanız, ben gelinle bir araya gelmem diye sağdıçlarına seslenmiş. Ee sağdıçlar da ne yapsın şimdi? Ne de olsa padişahın damadı. Mecburen balıkçının deniz kıyısına gitmesine ses çıkaramamışlar.

 

Balıkçı koşa koşa deniz kıyısına varıp seslenmiş. Daha son hecesini tamamlamadan, kayabalığı kıyıya yanaşıvermiş. Balıkçı, kayabalığını tuttuğu gibi yüzgeçlerinden öpüvermiş. O anda kayabalığı, dünya yakışıklısı bir delikanlıya dönüşüvermiş. Balıkçı, dünya yakışıklısı genci yolcu etmiş. Kendisi de, hemen gelinin yanına koşmuş.

 

Yakışıklı prens az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. En sonunda memleketine ulaşıvermiş. Onun geldiğini haber alan bütün genç kızlar, yas giysilerini atıp, sarayın önünde toplanmışlar. Yakışıklı prens ne yapsın şimdi? Birinden birini seçse, diğerleri üzülecek. Hemen bir elma alarak sarayın penceresine çıkmış:

 

— İçinizden hanginizi seçersem, diğerleri üzülecek. En iyisi, biz bu seçimi şansa bırakalım. Elimdeki elma kime değerse, ben onunla evleneceğim. Anlaştık mı? Bütün kızlar tek bir ağızdan yanıt vermişler:

 

— Anlaştık! Yakışıklı prens, elmayı kalabalığa doğru fırlatmış…

 

TÜLÜMENCİKLER

 

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir tülümencikle, üç yavrusu varmış. Bu tülümencik her gün, ot yiyip etlenmeye, su içip sütlenmeye gidermiş. Eve gelip: Açın yavrularım kapıyı, ben geldim dermiş. Evden çıkarken de, yavrularını sıkı sıkı tembihlermiş:

 

— Aman yavrularım! Ben gelmeden, sakın kapıyı kimselere açmayın. Yavruları sorarmış:

 

— İyi ama anne, biz senin geldiğini nasıl anlayacağız?

 

— Kuzucuklarım! Ben kapıya geldiğim zaman: Ot yedim etlendim, su içtim sütlendim. Açın kapıyı yavrularım ben geldim diye seslenirim.

 

Yine tülümencik her günkü gibi ot yiyip etlenmeye, su içip sütlenmeye gitmiş. Gitmiş gitmesine ama oralarda da bir boz ayı yaşarmış. Bu boz ayı, tülümencikle yavrularının konuşmalarını gizli gizli dinlemiş. Kendi kendine: Aç ayı oynamaz derler. Benim yürümeye bile dermanım yok. İyisi mi, tülümenciğin evine gideyim de, onun yavrularını afiyetle yiyeyim demiş. Evin kapısına varmış:

 

— Ot yedim etlendim, su içtim sütlendim. Açın kapıyı yavrularım ben geldim diye seslenmiş. Yavrular:

 

— Annemizin kadife gibi sesi vardı. Senin sesinse, boru gibi çıkıyor. Sen, bizim annemiz değilsin diye bağırmışlar kapının ardından. Boz ayı evden biraz uzaklaşarak zamanın geçmesini beklemiş. Gel zaman git zaman, tam da tülümenciğin evine dönmesine yakın bir saatte, yeniden kapıya gelmiş ama bu sefer sesini tülümenciğin sesine benzeterek:

 

— Ot yedim etlendim, su içtim sütlendim. Açın kapıyı yavrularım ben geldim diye seslenmiş. Yavrular annelerinin geldiğinden emin olmak için:

 

— Sesin, annemizin sesine benziyor ama biz senin, annemiz olduğundan emin olamadık. Bizim annemizin elleri, ayakları kınalıydı. Kapının arasından, bize kınalı ellerini gösterirsen, senin annemiz olduğunu anlarız. Boz ayı ne yapsın? Bu sefer hemen kulağını keserek, akan kanla ellerini kollarını boyamış. Kapıya gelerek, elini içeriye uzatmış. Zavallı yavrular, boz ayının bu hilesini anlayamadıklarından, annemiz geldi diyerek kapıyı açmışlar. Kapı açılır açılmaz, boz ayı yavruları birer birer yemiş. Kemiklerini de evin ortasına açtığı çukura gömerek çekip gitmiş.

 

Gel zaman git zaman akşam olmuş ve tülümencik yuvasına dönmüş:

 

— Ot yedim etlendim, su içtim sütlendim. Açın kapıyı yavrularım ben geldim diye seslenmiş. Seslenmiş seslenmesine ama içerden yanıt veren olmamış. Tülümencik kuşkuyla kapıyı aralayarak içeri girmiş. Bir de ne görsün? Yavrularının kemikleri, orta yerde durup durmakta. (Evlat acısı, en büyük acıdır derler.) Tülümencik, yavrularının kemikleri başında and içmiş:

 

— Yavrularımı yiyeni bulup, ona cezasını vermezsem eğer, bu yaşam bana zindan olsun!

 

Tülümencik, başlamış yavrularını kimin yiyebileceğini düşünmeye: Benim yavrularımı kim yediyse, mutlaka dişlerinin arasında, et parçaları kalmıştır.

 

Gide gide kurda rastlamış. Zavallı kurt, açlıktan bir deri bir kemik kalmış.

 

Tülümencik:

 

— Kurt kardeş demiş, seni zayıflamış gördüm; hayırdır?

 

— Açlıktan ölüyorum tülümencik kardeş. Bak, dişlerimin kovukları bile bomboş.

 

Tülümencik bir de baksa ki, sahiden de, kurdun dişlerinin arasında, bir kıymık et yok: Benim yavrularımı yiyen kurt olamaz demiş ve kurda alasmarladık diyerek yoluna devam etmiş.

 

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yolu, boz ayının ininin yakınına varmış. Bir de şu ayının inine bakayım. Belki de yavrularımı yiyen ayıdır demiş. Gele gele bir de gelse: Ayı ininin önüne oturmuş; yalanıp durmakta. Bir yandan da yediği yemeklerin doygunluğuyla, boz ayıyı uyku bastırmış. Ha bire esneyip durmaktaymış. O böyle esnerken, tülümencik, boz ayının dişlerinin arasında, yavrularından kalan et parçalarını görmüş. Anlamış yavrularını yiyenin boz ayı olduğunu. Hemen bir plan yaparak ayıya seslenmiş:

 

— Ayı kardeş, ben zavallı bir tülümencik koyunum. Ne olursun seninle dost olalım. Bu ormanda, senin gibi dostu olmayan bir hayvanın sağ kalması imkânsız. Eğer benimle dost olmayı kabul edersen, bu akşam senin onuruna ziyafet vereceğim. Ziyafet sofrasında, kuş sütünden gayrı her şey olacak. Anlaştık mı? Boz ayı, ziyafet lafını duyunca yelkenleri suya indirmiş:

 

— Eh, madem benim gibi güçlü bir ayının dostu olmak istiyorsun. Bu teklifini kabul ediyorum. Ancak dostluğumuzun sürmesi için, haftada en az bir kere bana ziyafet vermen gerekir. Bu şartımı kabul edersen, senin dostun olmayı kabul ederim. ( Kendini dev aynasında görmek, karşısındakinin gücünü hesap etmemek ve açgözlü olmak, çoğu zaman insanın başına türlü dertler açar; bilesin.) Tülümencik hemen: Başım gözüm üstüne ayı kardeş demiş; yeter ki istediğin bu olsun.

 

Neyse, akşam tülümenciğin evinde buluşmak üzere sözleşmişler. Tülümencik hemen kafasında bir plan yaparak evine koşmuş. Boz ayının, yavrularının kemiklerini koymak için açtığı çukuru iyice derinleştirmiş ve içine odun közleri doldurmuş. Üzerini de halıyla kapatarak, intikamını almak için beklemeye başlamış.

 

Zaman denen şey yerinde durur mu? Akşam oluvermiş. Boz ayı oflaya puflaya, tülümenciğin kapısına dayanmış:

 

— Huu! Tülümencik, ben geldim demiş. Tülümencik içerden seslenmiş:

 

— Ayı kardeş, mutfakta, kaz ciğeri pişiriyorum senin için. Sen rahatına bak.

 

Boz ayı içeri girip, odanın ortasına yürümüş. Tam halının üstüne basmış ki: Yallah çukurun içine. Başlamış boz ayı haykırmaya:

 

— Tülümencik kardeş yetiş! Postum tutuştu. Bacacıklarım yanmaya başladı. Ne olur yardım et bana.

 

Tülümencik közle dolu çukura yaklaşmış ve ayının gözlerinin içine bakarak:

 

— Oh olsun sana demiş. Sen benim yavrularımı yerken, hiç onlara acıdın mı? Bak, kendi kazdığın kuyuya, kendin düştün. Debelen dur bakalım. Boz ayı, ayakları yandıkça, çukurdan çıkmak için çırpınıp dururmuş ama boşuna. Yanmış gitmiş boz ayı.

 

Geçen gün, evde süt bitmişti. Annem:

 

— Oğlum, git şu tülümencikten bir bakraç süt iste dedi. Vardım gittim kapıya. Seslendim:

 

— Tülümencik, huu! Kapı açılmadı ama içerden, incecik sesiyle bir kuzu meledi:

 

— Annem ot yiyip etlenmeye, su içip sütlenmeye gitti dedi. Kapıyı da kendisinden başkasına açmamamızı tembihledi.

 

— Aferin size dedim; anne sözü dinleyenin başı ağrımaz. Anneniz geldiğinde, şu bakracı sütle doldurursa sevinirim.

Bakracı bırakıp eve döndüm. Anneme, tülümenciğin yeniden yavruladığını ve ot yiyip etlenmeye, su içip sütlenmeye gittiğini söyledim. Şimdi pencere kenarına oturdum; tülümenciğin evine dönmesini bekliyorum. Geldiğinde, gidip sütümüzü alacağım. Size de getireyim mi? Biliyorsun, yatmadan önce bir bardak süt içersen boyun uzar. Güçlü kuvvetli olursun.

 








ÇANAKKALE

 

Müzeler ve Örenyerleri

Çanakkale Müzesi



Assos (Behramkale)

 

Ayvacık ilçesinde yeralan Assos dört mevsim yerli ve yabancı turistleri konuk etmektedir. Akropol denizden 238 m. yüksekliğindedir. Athena Tapınağı M.Ö. 6ncı yüzyılda burada aynı yerde yapılmıştır. Biga yarımadası ve Edremit Körfezi'ni koruması özelliği yanında, eski ihtişamı nedeniyle bu Dorik tapınak restore edilmiştir. Tapınağın kalıntılarına vuran ay ışığını seyretmek için bir süre kalıp beklenebilir ya da sabah erkenden kalkıp güneş yavaş yavaş yükselirken şehrin yukarısından Edremit Körfezi'nin şahane görüntüsü izlenebilir ve böylece bu cennet köşesinin neden seçildiği anlaşılır. Tepelerden denize doğru agoralar, bir tiyatro ve bir de Jimnasyum yer almaktadır. Akropol'un kuzey köşesinden, hepsi de 14 üncü yüzyılda Osmanlı Sultanı I. Murat zamanında yapılan bir cami, bir köprü ve bir de kale görülür. Aşağısında ufak ve sevimli bir liman bulunmaktadır.

 

Behramkale'nin 25 km. batısında, Gülpınar köyünde M.Ö. 2nci yüzyılda Apollon Smintheus Tapınağı'nın yapıldığı tarihi şehir Chryse yer almaktadır. Gülpınar'ın 15 km. batısında, işaretleri bulunmayan sivri kayalıklı bir sahil boyunca uzanan yolda, denize inen dik yamaçtaki hoş köy evleriyle, Babakale bulunmaktadır.

 

Bozcaada

 

Çevresi 14 mil tutan Bozcaada, önemli bir turistik merkezdir. Etrafındaki irili ufaklı adacıklarla çevrili olan ada, Çanakkale Boğazı'na 15 mil, Limni'ye 30 mil, Midilli'ye 33 mil mesafededir. Ulaşımın sağlandığı Ezine ilçesi Geyikli beldesi Yükyeri Feribot İskelesine ise 3,4 mil uzaklıktadır.

 

Adada Liman Koyu, Değirmenler Koyu, Poyraz Limanı, Çanak Limanı, Çapraz Limanı, Çanak Limanı, Kocatarla Limanı, Lagor Limanı, Ayana Limanı, Ayazma Koyu, Sulubahçe Koyu, Habbeli Koyu olmak üzere on iki adet cennet benzeri koyu vardır. Bu koylara Adadaki dalış merkezi tarafından koylarında dalış turları düzenlenmektedir.

 

Bozcaada'ya yaklaşıldığında bir Venedik kalesi dikkat çeker. Venedik, Ceneviz ve Bizanslılar döneminde kullanılan kale, Çanakkale Boğazı'nın önemi nedeniyle Fatih Sultan Mehmet döneminde esaslı bir şekilde onarılmıştır.Adanın şarabı suyu kadar boldur; bir tur atıldığında birçok bağ ve şaraphaneler görülür. Adanın batısındaki yeldeğirmenleri adanın olduğu kadan çevrenin de önemli ölçüde elektrik enerjisini sağlamaktadır.

 

Adada konaklamak için her talebe uygun otel ve pansiyon bulunmaktadır.

 

Gökçeada

 

Türk adalarının en büyüklerinden biri olan Gökçeada körfezlerle çevrilidir. Farklı tonlardaki çam ve zeytin ağaçları ile kaplı tepelerinde yer yer kutsal pınarlar ve manastırlar bulunmaktadır. Buraya, Çanakkale ve Kabatepe'den tarifeli, muntazam araba vapuru seferleri yapılmaktadır. Gökçeada (Kuzu limanı), Çanakkale'den izlenen rotaya göre 32 mil, Gelibolu yarımadasındaki Kabatepe limanına 14 mil, Bozcaada'ya 33 mil, Ege denizinde bulunan Yunan adalarından Limni'ye 16 mil, Semadirek adasına 14 mil uzaklıktadır. Tatlı su kaynakları bakımından dünyanın en zengin adalarından biridir. Adanın koylarına dalış turları düzenlenmektedir.

 

Truva

 

İntepe Bucağı, Tevfikiye Köyü yakınında, Çanakkale'ye 30 km. uzaklıkta, Hisarlıktadır. Arkeolojik kazılar farklı zamanlardaki yerleşim mekanlarını, şehir surlarını, ev temellerini, bir tapınak ve tiyatroyu ortaya çıkarmıştır. Tahtadan sembolik bir at eski savaşı hatırlatmaktadır. Tarihi limanı Alexandria - Troas M.Ö. 3. yüzyılda yaptırılmıştı. St. Paul burayı iki kere ziyaret etmiş, ve üçüncü misyonerlik yolculuğuna, Assos'a yine buradan başlamıştır.

 

Dardanos

 

Çanakkale'ye 11 km. uzaklıkta Kalabaklı Çayı kıyısında, Maltepe'dedir. Bu mezar anıtı, bir koridor, ön oda ve ana mezar odasında oluşmaktadır. İçinde bir çok iskeletle, altın takılar, bronz ve pişmiş topraktan gereçler, kandiller, gözyaşı şişleri, müzik araçları bulunmuştur. Mezarda Arkaik İyonik ve Roma dönemlerinden yapılar vardı.

 

Gülpınar

 

Ayvacık çevresinde kalıntıları bulunan antik eserlerden İlyada Destanı'nın birinci bölümünün geçtiği Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar'da bulunmaktadır. Tapınak kalıntıları ve tapınaktan çıkan eserler buradaki müzede sergilenmektedir. Bölgede bulunan müzede Tapınağa ait rölyeflerde bu sahneleri görülebilmektedir.

 

Zeus Altarı

 

Küçükkuyu beldesine bağlı Adatepe Köyünün üst tarafında bulunan,ön tarafı diklemesine uçurum olan mağara, Zeus'un mağarası olarak bilinmektedir.

 

Alexandreia

 

Dalyan Köyündedir. M.Ö 310'da 'Sgia' adlı küçük bir köyün yerine kurulmuştur. Güçlü ve zengin bir ticaret merkezi olarak gelişen kent Romalılar döneminde de önemini korumuştur.

 

Neandria

 

Kayacı Köyü yakınında Çığrı Dağı'ndadır. Kenti çevreleyen surlar 3 m. Kalınlıkta ve 3200 m uzunluktadır.

 

Sestos

 

Eceabat'a 4 km. uzaklıkta,Yalova köyündedir. Akbaş Limanı'nın güneyinde kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet Kilitbahir Kalesi'ni yaptırırken, Sestos kalesinin taşları kullanılmıştır.

 

TARİHÇE


Eski çağlarda adı Hellespontos ve Dardanel olarak anılan boğazın iki yakasında topraklara sahip olan Çanakkale tarihinin ilk devirlerinde başlayarak sürekli iskan edilmiştir. İlk şehir medeniyeti MÖ 3000'de Troya'da kurulmuş 2500'e kadar devam etmiştir. Daha sonra Lidye, Pers, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Osmanlı hakimiyetine girmiştir






ANASAYFA

ANA SAYFAYI TIKLAYINIZ
 

ANASAYFA

ANA SAYFAYI TIKLAYINIZ
...:::TÜM ÇANAKKALE HABERLERİ İÇİN TIKLAYIN:::...





 
 
SİTEME HOŞ GELDİNİZ TEŞEKÜR EDERİM YÖNETİM BABACAN1717 ___________________________
Bugünkü Ziyaretçiler : 73
___________________________
Toplam Ziyaretçiler : 379951
___________________________
Bugünkü Tıklanma : 130
___________________________
Toplam Tıklanma : 1007775
___________________________
Ip Adresiniz : 3.142.250.86
___________________________
Yaşadığınız Ülke : T.Cus
___________________________
Hangi Sayfadasın : Çanakkale Hakkında ___________________________


Google Arama
Sitemde Arama
BABACAN17
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol